İzmir Torbalı’da 425 emekçiyi işten çıkaran Belediye Başkanı "CHP" li Ramazan Uygur, 24 yaşındaki oğlu Efe Uygur’u güveneceği kimse olmadığı gerekçesiyle aylık 7 bin lira maaşla işe aldı.

 

Buradan hareketle gelelim bu iş(ler) in röntgenine...

 

Her zaman ama her zaman bir gerekçe yaratılır hak hukuk tanımamak için...

 

İslamcı soslusu, Kemalist’i, demokratı kısacası sağcısı solcusu bilumum  için geçerlidir bu durum.

 

 Mesala faize kar payı ya da vade farkı/kredi diyen anlayış, bu tür durumlarda kendince yorumladığı ayetleri referans alarak hem Allah ile aldatır hem de vicdanını rahatlatır ve maalesef sevap işlediğine de kendini inandırır.

 

Yani:

 

Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.( Nahl 90)

 

Ayetinde

 

Sadece "yakınlara yardım etmeyi" lafzını cımbızlar, " iyilik yapmayı" referans alıp

 

adalet, haya, fena ve azgınlık kavramlarını kamufle ederek hak hukuk tanımayan MÜSLÜMAN(!) tipolojisini çizer.

 

Yine bu zeminde

din bazlı (!)Feto ve benzeri sapkın cemaat soslular ise uydurulmuş içtihat ve yalan rüya referansları ile hareket eder.

 

Mesela, Darül harp diye dini bir kavram(!)ortaya atarlar.

 

Darül harp olan Türkiye'de “devlete vergi vermemek, elektrik ya da su parası ödememek” gibi rant odaklı harama girift işlere

 

Uydurma hadis üzerinden Peygamber ve yalan rüya motiflerini de katarak,  insanların dini duygularını da istismar eder ve her türlü hukuksuzluk, kanunsuzluk içinde olmayı kendince  meşru sayar.

 

Soruların çalınmasından, devlete ihanete; kumpastan iftiraya kadar her fenalık

ya darül harp içtihadı ya da "peygamber/ hadis, cennet veya kendince yontulan ayetler" eksenindedir.

 

Dinin asla cevaz vermediği ve günah saydığı bu menfi durum ve tutumlar mankurtlaştırılmış beyinlerce sevap işliyorum motivesiyle iştahla yapılır. 

 

Bir de bu minvalde bunların haricinde işin bize has sosyolojik boyutuna ayrıca değinmek gerekir...

 

Kültüründe misafir ve buna bağlı olarak evinin bir odasına misafir odası diyen bir toplum,

 

" akrabam, emmim, komşum, köylüm, toprağım, hemşerim" kavramlarıyla

 

teşekkül beden mikro- milliyetçilik bir anlayış da bu durumun diğer müsebbibidir...

 

Gideceği hastanede, çocuğunu vereceği okulda, gittiği devlet dairesinde hep ama hep bir tanış arayan ya da bu ve benzeri yerlere tanışın tanışıyla giden bir sosyolojik dokumuz var bizim.

 

E hal böyle olunca da bu sosyolojik yapı üzerine oturan siyaset de bundan besleniyor.

 

Amiyane tabirle,

Ankara' da dayısı olanların hamili kart yakınımdır, referansları

bugün de bu doğrultuda revaçtadır.

 

Çok partili hayata geçişimizden beridir devam eden bir süreçtir bu...

 

1950'li yıllardan itibaren oluşan,

Halk partisi ve Demokrat-Adalet partisi geleneği ile temellenen sağ sol anlayışı

 

1980 darbesinin ardından toplumu iyice kamplara ayırdı.

 

Ve her gelen iktidar maalesef kendi partisinin anlayışındaki insanlarla kadrolaşmayı tercih etti.

 

Ve bu durum,

 kaba göre şekil almayı, her devrin adamı olmayı, yalakalığı, menfaati, kendi kayığımı yüzdürürüm anlayışını ve keser misali hep bana mantığını topluma oturttu.

 

Ve buna bağlı olarak,

Liyakat, adalet hep ama hep göz ardı edildi.

 

Bu durum zamanla öyle bir hal aldı ki hani rakibini yenerek sürüyü ele geçiren yeni erkek aslanın

önceki aslandan olan bütün yavruları oracıkta öldürüp bir an önce kendi genini ve otoritesini sürüye verme misali

bir hadise zuhur etti ve maalesef bu timsali durum

 

" siyasette, bürokraside, atamalarda, üniversitelerde, sporda vs. vs. tüm mecralarda"

 

" kendi uyumlu olduğum kişilerle çalışmalıyım" gerekçesi olmayan gerekçelere istinaden bir hakmış gibi meşru da sayıldı.

 

( erkek aslan sendromu)

 

90'lı yılların Adalet Bakanı CHP'li Mehmet Moğultay' ın şu sözü de bunu teyit eder:

 

“5 bin kişilik kadroyu örgütlerime vermeseydim de MHP'ye mi verseydim.”

 

Sendikal kadrolaşmadan, devlet memurluğuna geçişe kadar maalesef hep bu anlayış doğrultusunda şekillendi her şey.

 

(Sonrasında adil bir sistem olan Ecevit' in DMS'si /yani Devlet Memurluğu Sınavı bugünkü adıyla KPSS/ uygulandı. Ve bununla da gördük ki FETO soruları çalarak devlete en büyük sızmayı tereyağından kıl çeker gibi bu vesileyle gerçekleştirdi.)

 

" Terör, deprem ve ekonomik çöküşlerle geçen 90' lı yılların ardından 2002' de iktidara gelen Ak parti de çok büyük hizmetler yapmasına rağmen bu geleneğin hedefi ve mecrası oldu.

 

2002' den beri iktidarda bulunan hükümet de bugün bu eleştirilerin odak noktası olmaktan kendini kurtaramadı.

 

Hem de adında " ADALET" olmasına rağmen gelenek veya sosyolojik doku ağır bastı.

Siyasi terminolojiye  giren

"Akepeliler", " mücahitlikten müteahhitliğe"

söylemleri bile bunun bir tezahürüdür.

 

17 yıldır hem belediyelerde hem de ülke genelinde iktidarı elinde tutan Ak Parti 31 Mart' ta yerelde iktidarı muhalefete bıraktı diyebiliriz.

 

Ama bizim ve özellikle birilerinin çok eleştirdiği adalete ve liyakate dikkat edilmiyor hususunda gördük ki yine bir şeyler değişmedi, aksine "çok daha kötüsü ve dehşeti yaşanacak" emareleri teyit edildi.

 

Bankamatik işçileri suçlaması, sendikası farklı bahanesi, tasarruf tedbirleri söylemleri

vs. vs. gerekçelerle insanların işine son verildi ve malum geleneğe has

devasa " HEYKEL" lere devasa bütçeler ayrıldı ve adalete, liyakate ve hakkaniyete dayanmayan malum gelenek (!) yine değişmedi.

 

Ve bu haber ve bu habere benzer nice haberler de bunun bir vesikası oldu.

 

Ezcümle... Siyasette, erkek aslan sendromu...