Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür sözü, aslında sanatçılar için de geçerlidir...

Toplumun duyguları, değerleri kısaca kültüre dair her şeyi, sanatçılar tarafından geçmişten derlenip, kendi yorumuyla yoğrulup geleceğe aktarılır...

Hele bu sanatçılar, doğduğunuz toprakların sanatçıları ise;  sizin adınıza onlar konuşur, onlar söyler, onlar âşık olur, onlar acı çeker ama neticede onlar sizdir, siz de onlar...

İşte onlardan biri de Sait Uçar’dı… Genç denilebilecek bir yaşta amansız bir hastalık vesilesiyle aramızdan ayrıldı… 

Dört yüze yakın beste; otuzdan fazla albüm geride bıraktı… 

En az üç nesil; onun türküleriyle neşelendi, gamlandı, kahırlandı… 
O, bu toprakların son büyük ozanlarındandı… 

Ozan tabiri her ne kadar âşıklık geleneğine ait olsa da daha çok saz eşliğinde ve halk edebiyatına ait unsur olarak bilinse de bunun bilhassa Trabzon ve Giresun yöresindeki varyantı kemençe enstrümanıyla bütünleşen yerel halk ozanlarıdır. 

Türkülerindeki orijinal söyleyiş, kendine has üslup, imge oluşturmadaki farklılığı, sözlerindeki derinlik ve bütün bunlara eklenen ahenkle ve kendinden sonra gelen yüzlerce sanatçıya tesir etmesiyle Sait Uçar; bu yörenin son büyük ozan unvanını fazlasıyla hak eden bir sanatçıydı. 


Kemençecinin “sarhoş, keş, hovarda, serseri” kemençenin de köylü çalgısı denilerek gazete kâğıtlarına sarılarak taşındığı yıllarda ne sanatımız vardı ne de bize biri sanatçı derdi, ifadesi kemençeye ve kemençe sanatçısına o yıllarda nasıl bakıldığının da bir vesikasıydı. 
 
İşte böyle bir ortamda sesini duyuran sanatçı, daha sonraki yıllarda modern müzikle geleneksel kemençeyi harmanlayıp günümüz gençliğine de hitap etmeyi başarabilmişti.

 Uçar’ın,  kendini sürekli yenileyen bir çizgisi vardı.  

Özellikle,  “nerdesin seni oyyy, anam oyy, garibim oyyy, sevdam oyyy” sözleriyle söylediği uzun hava şeklinde yol havası ile yüreklere işledi… 

Yayla denilince akla Sait, Sait denilince de akla yayla ve şenlikleri gelirdi… 

Yırttım reçeteleri, benim ilacım yayla, yaylacıyım yaylacı, oldu kaymağım acı sözlerini ve sözlerin ete kemiğe büründüğü türkülerini de tıpkı yayları geride bıraktığı gibi bırakıp göçüp gitti.  

Üstü adam dolu çayır kamyonlarından fındık bahçelerine; yağmurun çiseleyerek vurduğu teneke çatılı eski evlerden yayla göçlerine, girebiden çam dalına;  guguk kuşundan portakal ağacına kadar yöreye ait her şey onun türkülerinde vücut buldu. 

Bilhassa aşk acısından adeta feryat edercesine, haykırırcasına; yanık ve içli sesiyle seslendirdiği türkülerinde “ herkesin gönlünde bir Mihriban vardır” diyen rahmetli Abdürrahim Karakoç misali, ellere yar olan Mihribanların terennümü vardı… 

Her ne kadar Mihriban üzerinden ayrılık acısını sembolleştirsek de sevdiğini alamayan Fadimelerin de Ayşelerin de gönlünde yatan ama başkalarına yar olan Alilerin, Mehmetlerin kokusu, bakışı, gülüşü Sait Uçar’ın hem dilinde hem de kemençesinin tellerindeydi. 

Portakal ağacıyım, portakaldan acıyım, sen gittin rahat ettin, ben kendime acıyayım… 
Sarı akşam güneşi, yoktur yârimin eşi, akarsular söndürmez, beni yakan ateşi… 

Derdim çoktur bilen yok, dostum az düşmanım çok, öğüt veren çok ama yardan haber veren yok … nevinden 7’li hece ölçüsü ve dörtlük formatında ruh verdiği nice türkülerinde bu haykırışı hissederdiniz. 

Özellikle aşka dair çekilen her acı onda derinleşir, figana dönüşür… 

 Eskinin üsten basmalı kasetçalarlarından yüreklere hançer sokarcasına terennüm eden Sait türküleri, yüzlerce, hatta binlerce kez başa sarılarak dinlenirdi. 

Sait; o kasette belki bir kez ağlar gibi söylerdi ama Sait gibiler binlerce kez dinler, binlerce kez ağlardı… 

Özellikle sosyolojik dokunun köy ve gurbet eksenli olduğu 1980’li yıllarda, köy harmanlarında yapılan düğünlerde; sevdiğini ellere yar edenlerinin hikâyesi çoktu…

İşte aşağıdaki sözler de bu minvalde o düğünlerin kalplerden kelimelere dönmüş izdüşümüydü… 

Sait niye ağlattın, garip sevdacığını, giydirdiler sevdama, beyaz duacığını, 
Kız, kocanı görenler, sana baktı ağladı, bir kere baktım sana, dudakların oynadı.. 
Oynadı dudakların,yoksa bir şey mi dedin, tutuldu mu dillerin, hoş geldin diyemedin…. 
Girdi güvey koluna, başladı alkışların, ne demek istiyordun, değişti bakışların… 
Onlar horon bilmiyor, bırak halay çeksinler, ben pişman oldum söyle, başkasını versinler… 
Geldi arabaların, çalıyor kornaların, gözümüzün önünde, yüklendi eşyaların…
 Aldılar ellerimden, ayımı güneşimi, sordu oğlan tarafı, ağlayan kardeşimi… 
Girdi alıcıların, kapandı kapıların, helalleşiyor senle, odada bacıların… 
Yüreklerim taş olsa, erir; yine dayanmaz, bu acı başka acı, buna yürek dayanmaz… 

Sözlerinden mürekkep Bu Acı Başka Acı şarkısı; düğünün içindeki cenazenin ta kendisidir. 

Sadece aşka dair değil, zamana, ölüme dair de kısacası hayata dair ne varsa hepsine yanık sesiyle içli yüreğiyle dokunmuştur Sait Uçar… 

Kimi murada erer, kimi mezara girer, İnsanlar bu dünyadan, göç eder birer birer… 
Ölür gidersin bir gün, dirilmeye yok bugün, dünya hatırın olsa, ağlarlar seni üç gün… 

Ah çınar koca çınar, sana bakanlar ağlar, öyle bir gün yaşadım ki, çöktü üstüme dağlar… 

Bıraktın göçtün bizi, yenidünyalarına, nasıl göçtü diyeyim, bak arayanlarına… 
Senin acılarını, çekmeye derman gerek, seni nicelerinden, ayırdı zalim felek… 

Davacıyım yıllara, Gençliğimi çaldılar, Yalnız gençliğim olsa, Beni benden aldılar

Bir hayallerim kaldı, Dokunmayın onlara, Onları da veremem, Şu yalancı yıllara,
Karıştırdım albümü, Çıktı resmin karsıma, Gözlerin der gibiydi, Bana bakıp ağlama…

Doktor ilaç olmadı, bağrımın yarasına, alışıksın dön geri, köyünün havasına…  
Bu minvalde sitemleridir… 

Dostlara da sitemi vardır sanatçının… 

Bana yemin edenler, sözünde durmadı ki, sen de git sen de unut, kimler unutmadı ki… 

Ama asıl sitem sevgiliyedir… 

Ben kökümden kurudum, daha yeşeremem ki, gözü elde olana, benimsin diyemem ki… 

Diğer bir sitemi de gurbet Almanya’sınadır… 

Gurbet ve özellikle 80’li yılların Almanya’sı 
ya da aşığın gönlü her çiçekten bal arayan arı misali ise sevdaların içindeki en sevgilisini alıp giden Almanya’sı; Almancıların da Alamancıların burada bıraktıklarının da Sait Uçar tarafından acı bir haykırılışına döner… 

Ayırdı seni benden, Almanya paraları, verildi mi sevdama, Frankfurt konakları… 
Almanya karışasın, çölden fena olasın, yollayın gelsin yâri, daha gâvurlaşmasın… 
Konuşabiliyor mu, acep ana dilini, dönüp gelecek idi, vardı bana yemini… 
Gittin geri gelmedin, unuttun buraları, gelenler anlatıyor, geçmişin gâvurları… 

Aldın gittin yârimi, çöl kalasın Almanya, yavrum senin acından, her gün ağlayamam ya…  

Yine de sevgisinden, sevdasından vazgeçemezdi Sait… 

Hatta aynı dörtlük içinde de kendisiyle çeliştiği çokça sözlerine de rastlarsınız… 

Ondaki bu tezatlık aslında yüreğinin de bir izdüşümüdür… Bir tarafta realite ama öbür tarafta ağır basan kalp… 
Yani akıl, yürek çatışması… 

Seni hatırlatacak, hiçbir şey bırakmadım,  
Baktım fotoğrafına, hem yaktım hem ağladım…

İstesen de döneme bir daha gülüm sana,
Bir ışık yak ne olur, şu karanlık dünyama…

Yaşım geldi geçiyor, daha dönemem geri, diyen Sait bir tarafa, 
Bir daha yaşayalım, senle eski günleri diyen Sait bir başka tarafa… 

Sevgili acıya gark etse de feryat ettirse de her zaman baş tacıdır onun yüreğinde… 

Saçların uzun tel tel, saçının ölçüsü bel, sensiz hayat cehennem, senle yaşamak güzel… 
Sen gül gibi açarsın, güzel koku saçarsın, bir kara bulut olup, yağmur gibi ağlarsın… 
Seni sevmek bir servet, ayrılığın kıyamet, bensiz geçen gününde, ol Allah’a emanet… 

Evet, Sait Uçar, Kâtip Şadi, Çayan Hüseyin, Ali Cinkaya gibi nice nice isimler şimdi Allah’a emanet… 

Yöresel ezgilerden ulusal bir çizgiye giden rahmetli Ali Cinkaya da
Çayan Hüseyin misali çok genç yaşta hayata veda etmişti...

Bu değerler, sadece içine düşülen aşkı değil, insanın içine düşen her şeyi anlatıyordu.
Ali Cinkaya'nın türkülerindeki derinlik, Çayan Hüseyin'in sesindeki müthiş akustik bu toprakların sesiydi...

Kimbilir sesleri yetseydi daha ne seslere ses vereceklerdi.

Ey gidi Göllü alan
Yalan bu dünya yalan diyen Çayan... 

Yak lambamı e felek 
Bir muma da razıyım diyen Cinkaya...

Bu yalan dünyadan her fanı gibi yalanız gittiniz.

Felekten razı değildiniz ama biz sizden razıyız, Mevla’m da razı olsun, mekânınız cennet olsun...

Ezcümle… SAİT UÇARLARIN, ÇAYAN HÜSEYİNLERİN, KÂTİP ŞADİLERİN, ALİ CİNKAYALARIN ARDINDAN…