Sevgili dostlar, bu yazıda İmamoğlu tipolojisini inceledik. Yazıya kaynaklık eden bilgileri birçok defa yazarçizer güruhları sosyal ve görsel medyada dillendirdi ve buna istinaden karşı taraftan bir yalanlama gelmedi.

Bu minvalde hem bu mecradan hem de kendi mecramızdan birtakım olay ve bulguları tahlil ederek bu yazıyı vücuda getirdik.

Birilerinin iddia ettiği gibi İmamoğlu Uluslararası proje mi değil mi bunların cevabını aradık. Kendimizce bir karara vardık ve buralardan hareketle de kararı size bıraktık.

Araştırma yazısı olduğu için biraz uzun oldu… Affınıza sığınıyorum… Selam ve dua ile… Hayırlı Ramazanlar…

 

Başlıyoruz…

 

1 Mart 2003 Tezkeresi'ndeki Baykal duruşunun ardından harekete gecen ABD nezdindeki Soros, iktidar kadar muhalefetin de dizayn edilmesi gerektiğini anlayınca düğmeye bastı...

Ve Soros' un desteklediği TESEV vakfının ve bu vakfın 183.kurucu üyesi Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliği için harekete geçildi...

O dönem CHP’de parti sekreteriyken Kılıçdaroğlu bilinen bir isim değildi. Ama birileri onu çok yakın zamanda tanıtacaktı.  İşte ne olduysa oldu,  devlete nüfuz etmiş isimlerce (Fetöculerce ) kendisine verilen belgeli dosyalar vesilesiyle birçok Akepeli( ki kripto Fetöcu) o süreçte yolsuzluk isnadıyla istifa etmek zorunda kaldı.

 Bu gazla 2009 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir başkanlığı için aday yapılan ve yüzde otuz yedi oy alan Kılıçdaroğlu yeni bir kurtarıcı edasıyla piyasaya sürüldü.

Yine Fetö lojistiğiyle oluşturulan kumpasla yani Baykal kaseti mizanseniyle operasyon başarıyla gerçekleşince Kılıçdaroğlu Parti'nin başına geçti. 

Baykal genel başkanken, Baykal politikalarından memnun olmayan ve CHP kapatılmalı diyen dönemin Disk Başkanı Süleyman Çelebi başta olmak üzere Canan Kaftancıoğlu gibi birçok isim artık Kılıçdaroğlu ile birlikte partide Baykal’ın tasfiyesinin ardından söz sahibi oldular.

Ve 10 Aralık hareketi denilen bir oluşumla HDPleşmeye gidecek bir süreci başlattılar...

Partideki bütün ulusalcı, milliyetçi isimleri tek tek tasfiye ettiler... İzmir vekili Birgül Ayman Güler’in partimiz Fetöyle iç içe söylemlerini bile takmadılar. Aksine HDP çizgisindeki ve zihniyetindeki birçok ismi partiye dâhil ettiler ve bazılarını Genel Başkan yardımcısı bile yaptılar ( TR 705 Kodlu CIA ajanı diye bilinen PKK-PYDsever zat malumunuz ) ve de birkaç cılız homurdanma haricinde hiçbir tepki almadılar...

 

(Atatürk’ün partisinin Türkiye muhaliflerinin çatı kuruluşu, Türk düşmanlarının ana karargâhı, HDP’nin ana kucağı haline gelmesi vahim bir senaryonun varlığına çok net işarettir.

Bu senaryonun makul ve mantıki hiçbir yanı görülemeyecektir.”

DEVLET BAHÇELİ.. 21.04.2019... ANTALYA )

 

Çünkü onlar da şunu çok iyi biliyordu ki altı okun ilkesi, Atatürk’ün kurduğu partinin hatrı yani CHP etiketi, İzmir’in dağlarının çiçekleri vs. vs. unsurlar, kemikleşen yüzde yirmi beş kitleyle sabitti.

O kitle ne olursa olsun Bahçeli’nin bu ifşasına rağmen 6 oktan şaşmazdı.

Peki, nasıl oluyordu da 2008 yılında ABD tarafından ismi o dönem belirlenen ve Onur Öymen’in ifadesiyle Baykal’a da rapor halinde sunulan böyle bir adam liderliği ele geçirebiliyordu.

(Öymen'e göre, Skilroad Enstitüsü tarafından 2008 yılında hazırlanan raporda, "Baykal istifa ettirilecek, yerine Kılıçdaroğlu gelecek" ifadesi yer alıyordu.

Raporu okuyunca Baykal ve Kılıçdaroğlu ile görüştüğünü söyleyen Öymen, Baykal'ın "hayali bir çalışma" cevabını verdiğini, Kılıçdaroğlu'nun ise raporu "önemsemez göründüğünü" iddia etmişti.)

 

 

İşte bütün bunlarla ilintili ve bu sürecin gizli mimari  Ekrem İmamoğlu’nun da arkasında olan asıl  kahraman Necati Özkan ismiydi…

 

Kemal Kılıçdaroğlu' nu sıfırdan alıp bir reklam yüzü yapan ve onu parlatıp patlatan Türkiye’nin Gandi’si imajı veren kişiydi Öykü ajansın sahibi Necati Özkan…

Necati Özkan bu başarısından dolayı 2010 yılında ARİSTOTELES KÜRESEL KAMPANYA ÖDÜLÜNÜ de alacaktı.  

(Bu isme İmamoğlu babında devam edeceğiz… )

 

Ve bu ekiple beraber koltuğunu ve liderliğini iyice perçinleyen yeni Genel Başkan,  İstanbul’u birileri adına belki fethedememişti ama ezoterik manada çok büyük öneme sahip Konstantinopolis’i Soros’un şehir devletleri projesine uygun bir alt yapıyı hem fikri hem de kadro olarak hazırlamayı başarmıştı.

 

Ve buna istinaden kendisi 5 Eylül 2014 yılında CHP olağanüstü toplantısında ağzındaki baklayı çıkartarak bu durumu şöyle ifşa ediyordu:

Cumhuriyet Halk Partisi Kurultayı'nda söylüyorum, CHP iktidarında yerel yönetim özerklik şartını mutlaka getireceğim"

Bu açıklamaların Gezi ve 17-25 Aralık sonrasında yapılmasının farklı bir anlamı olmalıydı.

Peki, odur budur belimizi doğrultamadığımız Gezi Olaylarıyla ve 17-25 Aralık süreci ile İstanbul’un nasıl bir ilişkisi olabilirdi.

 

İzah edelim…

Gezi olayları 28 Mayıs 2013 tarihinde başladı. Yani İstanbul’un fethinden bir gün önce...( mesaj net )

Ve Gezi’de duvarlara yazılan ve en çok dikkat ve tepki çeken ifade şuydu: Zulüm 1453’te başladı.

Tıpkı Fransa’daki Sarı Yeleklilere bağlı bir oluşum gibi örgütlenen gezi zekâlılardan bir heyet hükümetle görüşmüş ve bunun neticesinde isteklerini şöyle sıralamışlardı:

3.Köprü Projesi iptal edilsin

3. Havalimanı ihalesi durdurulsun

İstanbul, Ankara, Hatay valileri görevden alınsın.( illere ayrıca dikkat )

Kanal İstanbul projesinden vazgeçilsin.

Enerji santrallerinin yapımı durdurulsun ( nükleer enerji )

 

Mesele birkaç ağaçtan ibaretti değil mi?

 

Süreç başarısız olunca devreye Fetö’nün satılık savcıları girdi.   17-25 Aralık yargı darbesi sosuyla Erdoğan’ı devirmeyi amaçladılar ve dikkat ederseniz Erdoğan’a uzanmadan önce tutuklattıkları isimler yukarıda saydığım devasa projelerin öncülüğünü yapan iş adamlarıydı.

Ve birçok yıkıcı olayın ardından nihayet 15 Temmuz işgal girişimini icra ettiler. Ve ne tesadüftür ki burada da ilk işgal edilen yer İstanbul’du… ( Tıpkı Yeni Zelanda saldırısının manifestosu gibi )

Bütün bunlarla eş güdümlü olarak yine Fetöcü savcılar eliyle Ak Parti’yi bütün kritik süreçlerde yalnız bırakmayan MHP’yi de dizayna kalktılar, CHP’de başardıkları Gandi tiplemesinin yanına MHP’de Demir Leydi tiplemesi için de ayrıca harekete geçtiler.

 

Buna vakıf olamayınca başka bir İP’e sarıldılar, diğer taraftan Cici Çocuk tiplemesiyle HDP’ye barajı aştırdılar.

Hendek olayları, kalkışmalar ve finalde Fetö eliyle 15 Temmuz da denenmiş,  7 Haziran seçimlerinde nisbeten Cici Çocuk ile bir sonuç alınmış ancak ardından 1 Kasım seçimleri vesilesiyle yine istedikleri olmamıştı ve Erdoğan yine devrilmemişti.

Üstüne üstlük 16 Nisan referandumuyla da yeni bir sistem değişikliğine gidilmişti ve buna da engel olunamamıştı.

İşte bütün bunlar ışığında artık bütün dikkatler 2019’daki yerel ve genel seçimlere odaklanmıştı.

Şimdi tam da buradan İmamoğlu dosyasına giriyoruz…

 

İşte bu süreçte 2017 yılında Kılıçdaroğlu- Kaftancıoğlu bir araya geldi ve İstanbul’daki belediyelerin yüzde 65’inin Karadenizli isimlerle yönetildiğini ve kimsenin bilmediği, tanımadığı bir ismin bu şekilde ringe çıkarılması konusunda fikir birliğine vardı.

Daha doğrusu bu şekilde bir akıl verildi kendilerine…

Ve bu karar bu kriterlere uygun İmamoğlu’na tebliğ edildi,  kendisi önce bu teklifi, tanınırlık yönüyle kabul etmedi ve hatta bir sonraki seçimde aday olayım, bir dönem daha Beylikdüzü’nde tecrübe kazanayım gibi sözlerle teklifi geri çevirmeye kalksa da Kılıçdaroğlu tarafından ikna edildi çünkü Necati Özkan abisinin SSK’yı batıran adamdan genel başkan, balkabağından külkedisi, Bez Bebek’ten Nana gibi bir afet yaratma yeteneğinden belli ki habersizdi İmamoğlu…

 

Ve bundan sonraki süreç muhteşem işletildi.

 

10 Aralık hareketinin özünü teşkil eden şehir devletleri yani özerklik ruhunun yeni prensi İmamoğlu’ydu artık.

Ne ön seçim yapıldı ne de başka bir şeye kapı aralandı.

 

Hem Karadenizli, hem siyasette yıpranmamış, genç, dinamik, sempatik, hazırcevap, babası ANAP kurucularından eski ANAP İl Başkan Yardımcısı, amcası MHP eski İstanbul İl Başkan Yardımcısı, kısacası İstanbul seçmeninin ruhunu yansıtan ve muhafazakâr-milliyetçi çevrelere uzak olmayan adı ve soyadıyla da bunu perçinleyen ve bunlara ilaveten bir de sosyal demokrat…

Bu etiketleri bulmak, Mehdi’yi bekleyen İsrail’e nazire yapmak gibiydi.

Yani etiketler bile tam da nokta atışıydı. Çünkü İstanbul’un yarısı Karadenizli idi. HDP ise zaten aday çıkarmayacaktı.

İlk açıklandığında ismi kamuoyunda büyük bir şaşkınlık yaratan İmamoğlu Canan ablasının ve Necati Özkan abisinin kollarına teslim edilmiş bir bebek gibiydi.

 

Bir oturuşta çeyrek domuzu yemekle övünen, 15 Temmuz’a ve tüm şehitlere ve hatta şehitlik mertebesini alaya alan ve bu yönüyle de partide takiyye yapmadan neyse o olan partinin delikanlı (!) ablası, HDP sempatizanı Canan Hanım’la birlikte İstanbul kazan, onlar kepçe gezmeye başladı İmamoğlu…

Amiyane tabirle ifade edecek olursak aşüftelerden imamlara varana kadar, camilerden umumhanelere kadar her yere girildi ve özellikle sosyal medya bu alanın uzmanı olan Öykü ajansınca çok çok etkili kullanıldı.

Kemal Sunal’ın Sahte Kabadayı filmindeki gibi raconu çok iyi bilen ikilinin( Canan- Necati ) taktikleri misali bu geziler esnasında Dikiş Tutmaz Sabriler atıldı önüne…  Hepsini madara etti ve hepsi sosyal medyada boy boy boylandı, soy soy, soylandı.

Çünkü Necati Özkan sahnedeydi. Gülüşünden, duruşuna, çiçek böcek edebiyatından HÜMANİZME, Erdoğan’ı ziyaretten Kur’an okumaya kadar yetiştirdi ve yönlendirdi Ekrem’i…

Necati sanki bir Lala, Ekrem de şehzadeydi…

Necati sanki Şeyh Edebali, Ekrem de Osman Bey’di…

Ey Oğul ile başladı her şey…

Belki de bu süreçte sinirlenmemesi ve sürekli tebessüm etmesi için de farklı yöntemlerle ve hatta ilaçlarla da desteklendi.

 

HDP’leşen ve tepki gören CHP yerine DEV PUNTOLLARLA İMAMoğlu ismi ön plana çıkarıldı billboardlarda.

İç piyasaya selam çakılıp yeterince palazlandıktan sonra sıra sufleye gelmişti.

Oku bakalım ALİDAN… Töyle bakalım ALİDAN edasıyla selam çakıldı ağababalara…

İstanbul durursa Türkiye durur. İstanbul tek başına bağımsız bir ülke olsaydı dünyanın ilk 25-30 ekonomisinin arasında yerini alırdı. İstanbul Ankara'dan yönetilemez. “Nasıl yapacağım bunu? Her şeyden önce bir Kent Anayasası’yla. Toplumsal uzlaşmayla yazacağımız yeni bir mutabakat belgesiyle.”

 Yani 10 Aralık Şehir devletleri manifestosu okutuldu kendisine…

 

(Tıpkı Erdoğan’ın da Ak Parti’yi kuracağı zaman bahsettiği İstanbul Ankara’dan yönetilemez beyanatı gibi. Yani Erdoğan da o dönemden 2007’ye kadar biat edermiş bir şekilde Abdülhamit politikalarıyla süreci yönettiğini söylemeden geçmeyelim. )

 Seçime günler kala Ülke TV’de Turgay Güler’in karşısındaki tavrıyla bir de rakip sahada net bir galibiyet alınca artık iyice iddialı hale geldi.

Çaylağı altı ay gibi kısa bir sürede usta görünümüne sokan Özkan, mucizenin adıydı. Anketlerde de bu net görülmeye başlanmıştı.

Seçim şimdi kafa kafaya gelmişti.   Ve derken beklenen oldu(!), altı önce kimsenin tanımadığı İmamoğlu Yunan medyasının deyimiyle İstanbul’u fetheden Yunanlı diye manşet oldu.

Sıra uluslararası vitrindeydi…

Seçimden hemen sonra ise BBC gelip daha mazbata alıp alamayacağı belli olmayan İmamoğlu’na “Cumhurbaşkanlığı” için aday olup olmayacağını sordu, İmamoğlu “Bize İstanbul için oy verildi, gündemimiz İstanbul” demek yerine “Allah bilir” dedi.

 

Gelelim başlıklar halinde diğer icraatlara…

 

Çoğu devletten daha büyük ve dünyanın gözbebeği bir kentin kozmik odasının verilerinin kopyalanması ve buna dair emrinizi bildiren ilk talimat ucubesi, dehşeti, vehameti mazbata alınır alınmaz yaşandı.

Barzani' ye bağlı Rudaw' a demeç verip, Demirtaş güzellemesi yapıldı.

( Ki Turgay Güler’in programında bana ne Demirtaş’tan deyip hiç oralı olmaması ve şimdi bu ifadeyi söylemesi siyasi zeminde meşruydu tabi)

( HDP’ye de bir teşekkür çakılmalıydı. Üstelik seçim boyunca ittifaka zarar vermemek için hiç eylem yapmayan PKK da bir aferini hak ediyordu.  Ama ne acıdır ki son yirmi günde 10’a yakın askerimiz bu süreçten sonra şehit edildi. )

, Kıbrıs sorununun çözülmesi hususunda Rum Basınına beyanat verilmesi ( sahi Dış işleri Bakanı mı seçmiştik biz )

 

Ve yemekhane diye yutturulan çay ocağında, aşçı diye yutturulan ama Beylikdüzü Belediyesinin Özel Kalem Müdürlüğünde görevli bir çalışanla Musakka - Antrkot mizanseni,

Şikeci Fener diye aylarca çıkılan Feto kanallarındaki heybetinin Kadıköy' de Fener taraftarlarınca tarumar edilmesi,

 

Daha Mazbatayı almadan resmi bir gün ya da resmi bir heyetmiş gibi Anıtkabir çıkarması... Anıtkabir defterinin imzalanması…

 

Maltepe’de büyük bir miting ile neyin gövde gösterisi…

 

Bazı medya organlarını tehdit edişi, mazbatayı almadan önce “YSK’ya güvenim tam” beyanatı, seçim tekrarı kararından sonra da Genel Başkanı ile ortak bir hakaret dili…

Vs. vs. vs.

 

Bizi bu süreçte bu yaptıklarından ötürü İmamoğlu'nun kazanması(!) üzmedi ya da sevindirmedi...

Bizi,

Boşuna çekilmedi bu acılar, bekle bizi İstanbul diyen vatan haini Can Dündarların,

Gezi Parkına da bahar gelmeye başlamış.Gezi’nin güzel gözlü çocuklarına selam olsun

diyen Canan Kaftancıoğluların

Adam kanırta kanırta diyen Fetocu Emre Uslu nezdinde tüm Fetöcülerin,

Demirtaş' a özgürlük diyen tüm PKK ve PYDcilerin,

Sisilerin, Muhammet Dahlanların, Selmanların, Netenyahularin,

Ayasofya'nın intikamı/ Konstantinopolis' i fetheden Yunanlı diyen Yunanlıların,

Sultan devrildi diyen velhasıl tüm küffarların

Adeta sevinç çığlıkları yıktı...

CHP' den daha sola gitmiş Öz ülkücüleri(!)

İYİ saatte olsuncuları,

SAADET içindeki azınlıkları,

Davudi sesli Babacan GÜLlerimizi

veeeee şeref yoksunu Akepelileri

bu mutluluk tablosunda hiç saymıyorum bile...

 

Seçimden önce umudum vardı... Trabzonlu ve Ts' lu demiştik, karşı cenahta da yerli isimlere ihtiyaç var demiştik, HDPleşen bir partiyi fabrika ayarlarına döndürür demiştik...

Yerli ve Milli bir Baykal mı geliyor vs vs...

diye heyecanlanmıştık...

Ama yaşanılan tüm bu olay ve olgular ve özellikle 10 Aralık hareketi çizgisindeki söylemler ve de Canan Kaftancıoğlu gibi bir ismin gölgesindeki tavırlar bizi İmamoğlu adına çoktan fikir sahibi yaptı.

Tekrar seçilir seçilmez bilemem.

Mağduru oynayıp  kahraman bir edayla da gelebilir, tersi de olabilir.

 

Ama sadece ve sadece 25 gündeki bu tavırlar bile çok şeyi anlatıyor anlayana…

Keşke fragman biraz daha sürseydi de bu millet nasıl bir film izleyeceğini görseydi.

 

 Biz bu filmi,

 öncesinde Gandi tiplemesiyle gördük,  bu fotoğrafı da çok ama çok net gördük ve birilerinin de görmesi için bir şeyler yazıp çizdik…

Kimseye iftira atmadık atmayız da…

Birileri gibi Ekrem Müdafi etiketiyle kimseyi etiketlemedik ya da Yunan basınında çıkan haberi niçin tekzip etmiyor diye de bir şey demedik.

Ama biz İmamoğlu’nun uluslararası bir proje olduğunu bu yazıda ve öncesinde de söyledik.

 

Her göz görmez, işitmez her kulak…

Onlara göre de sağır da kör de biziz ancak.

 İmamoğlu ismiyle  heyecanlananlarla, yeminli Bahçeli ve Erdoğan düşmanlarıyla ayrılıyoruz yolumuz muhakkak… 

Ezcümle… THE İMAM (OĞLU)