Erdoğan’ın:

 PKK/ PYD bardağı taşırdı, operasyon an meselesi…” söyleminin ardından dolar nihayet 9 TL’yi devirdi.

Ekonomik tablo dokuz doğursa da Dolar’daki beklenti yıl sonuna kadar ikili rakamları görmek.

Hatta Goldman Sachs’ın  Ekonomisti:

Türk lirası bugün dünden daha zayıf olabilir fakat en azından yarından daha güçlü.” ifadesi,

bizi de rencide eden bir gerçeği ortaya koyan acı bir ironi diliydi. 

Karşılıksız basılan değersiz bir paranın bu kadar değerli olması ancak bizim gibi ülkelerde değer arz ediyor maalesef…

Öyle ki

 bankalardaki mevduat hesaplarının neredeyse %60’ının döviz cinsinden olduğu başka bir ülke yoktur.

Düşünebiliyor musunuz, Türk lirası mevduatının yıllık faiz getirisinin neredeyse %20 gibi dünya rekoru sayılabilecek bir ülkede halk, buna rağmen mevduatını dövize yatırıyor.

Aslında böyle bir ülkenin çökmeme ihtimali de yoktur. Buna rağmen hayret ki biz ayaktayız.

Üstelik son yirmi yılda yapılan kalkınma hamleleri, TİKA ile Afrika’dan Orta Doğu’ya, Balkanlara varana kadar manevi nüfuz alanımızı arttırışımız,  7 milyon mülteciye harcadığımız milyarlarca dolar para, Amerika’dan sonra en çok askeri üsse sahip devlet etiketi, Suriye, Irak, Libya, Karabağ, Katar, Somali, Sudan ve Mavi Vatan ile coğrafyanın her yerinde oluşumuz vs vs …

Ama bunlara rağmen yine de dolar sopası düşmüyor birilerinin elinden. Trump’ın “Türkiye, ekonomisini mahvederim” dediği Dolar sopası, halkımızın elinden de düşmüyor ve farkından olmadan o sopa ile kendi devletimizi de tepeliyoruz.

1960’larda, 1980’de 1994, sonrasında 2001 krizinde bir gecede devalüasyonla iki kat artan bir Dolar gerçeği, milletin zihin kodlarında olduğu müddetçe Amerika batsa da bizim Dolar aşkımızın batmayacağı aşikâr…

“Paramı Dolar’a yatırdım, e ne yapayım, enflasyon karşısında erisin mi” ifadesinin bilinçaltında bu zihin kodları yatar.

Enerjiden sanayiye, yemden yedek parçaya, giyimden teknolojiye kadar dışa bağımlılaştırılmış bir ülkede, Dolar’ın artması tabii ki en çok enflasyonu tetikliyor.

Zaten ülke olarak bu devletin hiçbir zaman hazinesi tam takır olmamıştır.

En son Yavuz Sultan Selim zamanında ağzına kadar dolan bir hazine vardı. O zamandan bu yana yaklaşık 5 asırdır borç üzerinden dönüyor her şey…

Ne çöken Osmanlı’nın ne de yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kasası dolu oldu.

Üstüne üstlük bir asrı bile daha deviremeyen bu yeni devletin, 6 asrın ardından çöken bir devletin borç yükünü üstlenerek küllerinden doğması bir yana;

on yılda bir otomatiğe bağlanan darbeleri, muhtıraları, ortalama ömürleri bir seneyi geçmeyen hükümetleri,

Gladyoya entegre ve bir ayağında yargı diğer ayağında ise askeriyenin olduğu Vesayet Sistemini, içerdeki hainlerini,

 yaklaşık 2 trilyon dolar harcanan PKK ve türevlerini de sayarsak nasıl olur da bu güce geldiğini hayretle sorgularsınız.

Bu ülke; uyuyan hücreler bir yana 15 Temmuz 2016’ya kadar yaklaşık üç asırdır vesayetin gölgesindeydi.

Çok çok derinlere inmeden sadece son kırk yılı özetlersek,

özellikle 1960’larda Fetö’yü, 1980’lerde PKK’yı biçimlendiren Gladyo Amerika’sı, 1970’lerin sonuna ekonomik ve siyasi darboğazda giren Türkiye’yi, 12Eylül darbesiyle iyice kontrol altına almayı başardı.

 Aslında asıl darbe, ekonomik darbeydi.

Yani 12 Eylül’den  9 ay önce 24 Ocak 1980 kararları ile Türkiye, Neoliberal ekonomik sisteme yani vahşi kapitalizme entegre olmak zorunda kaldı.

Çekleri karşılıksız çıkan Merkez Bankası neredeyse iflas etmiş, borcu veren Avrupalı devletler tarafından IMF üstünden iyice gırtlağı sıkılmış bir vahim tabloyu yaşıyordu Türkiye…

 

Ülkede gazdan, yağa, akaryakıttan ampule hatta tuza varan kadar yokluk hat safhaya gelmiş, sağ-sol çatışmaları ile ülke iyice kan gölüne dönmüş, her gün onlarca gencin ölümü sıradanlaşmış

 vs vs…

İşte böyle bir tabloda  70 Cent’e muhtaç koskoca bir devlet 500 bin nüfusa sahip Lüksemburg’dan bir milyon dolar borç isteyecek duruma gelmişti.

Yani böyle sefil bir ülkenin yapacağı başka bir seçenek de kalmamıştı.

  İşte Türkiye, adına Serbest Piyasa Ekonomisi denilen( 1978 Washington Mutabakatı)  aslında arka planında borca dayalı para sistemi, yani paradan para kazanan, Dolar silahıyla başka ülkelerin üretimini, emeğini sömüren,  faizi merkeze alan bu sistemle zinciri boğazına iyice sarıyordu.

Dünya para sistemini yöneten şeytani aklın neferlerinden Mayer Rothschild’in dediği gibiydi artık her şey…

Bana bir ülkenin parasının kontrolünü verin, kanunları kimin yaptığı umrumda olmaz…

Sonrasında IMF’ler, batık bankalar…

Devletin olmayan kasasından ama geleceğinden çalınan milyarlarca dolarlar…

Yukarıda saydığım badireleri yaşayıp da ayakta kalan bir devleti; dünya üzerinde gerçekten bulamazsınız.

Sonrasında ise,

Aslında çok yol aldığımız ama yine de bir türlü ekonomik özgürlük yakalayamadığımız Erdoğanlı yıllar…

 

Ezcümle… Dolar, dolar dolar taşar…