“İSRAİL, Türkiye’de İsrail’de olduğundan daha güçlüdür.” demişti Prof. Dr. Yalçın Küçük

 

Bir başka ilginç ifade ise:

 Yirminci asırda Yahudiler Akdeniz havzasında iki devlet kurdular, iddiası...

Şimdi durup dururken bu söylemler nereden çıktı diyebilirsiniz...

TRT'nin MİT'i film formatında anlattığı Teşkilat dizisinden çıktı diyebilirim.

 

Buradan hareketle  yazının omurgasını oluşturacağız ama konunun daha iyi anlaşılması için en azından kendi meramımı daha iyi nakletmem hususunda kısa bir izahat için müsade edin...

 

Öncelikle şunu söyleyeyim... Film ve sinema hele ki şu dönemde İHA ve SİHA'lar kadar etkili...

FİLM deyip geçmemek lazım... Kitleleri yönlendirmede, algı yaratmada ve psikolojik savaş tekniğinde en etkili silah...

İkinci Dünya Savaşı ile süper güç olan ABD'nin tüm dünyaya pazarladığı Hollywood’un film ve dizileri en az Amerika kadar güçlü ve tesirliydi son zamanlara kadar...

İşte bu dizi ve filmlerle formatlanmış beyinleriz biz... Maalesef bizim nesil bu filmlerle büyüdü.

Çizgi filmleri de bu anlamda çok etkiliydi ABD’nin..

Bizim bir kuşak öncemiz ise Amerikan Kovboy filmlerinin hayranıydı.

Adına Western denilen bu tarz filmlerle kendi kirli tarihlerini aklama ve kendilerini haklıymış gibi gösterme yoluna giden Vahşi Batılılar, adlarıyla örtüşen Vahşi Batı katliamlarına mihmandarlık ettidiler bizi.

Yaptıkları Kızılderili  soykırımlarına, filmin cazibesi ile tarafgir olduk.

 Çünkü filmlerin büyülü ve tılsımlı bir yönü vardır.

Başrolde katilse, film sizi katile meyleder, banka soyguncusuysa; soyguncuları yakalayan polise muhalif olursunuz istemeden.

Hele ki Kovboy gibi idealize edilmiş tiplemelere ise  hayranlık beslersiniz ve kovboyların katlettiği öz kardeşlerinizi de farkında olmadan umursamazsınız.

Nereden çıktı öz kardeş lafzı…

Bering Boğazı'nı geçip bugünkü Amerika’ ya ulaşan o dönemin Türkleridir  Kızılderililer.

Bunu kimse söylemez, kimse de dillendirmez.

Anlatılmayan ya da çarptırılan tarihin farklı bir mecrası da bu husustur. Bu konuya  farklı kaynaklardaki alıntılardan yararlanarak kısa bir değinelim:

 Kızılderililer'in aslının nereden geldiğine dair araştırma yapan Ethel Steawert, belgelerle Kızılderililer'in Türk soyundan geldiğini ispatlamıştır. Kızılderililer'in büyük bir çoğunluğu Uygur ve Nayman Türkleri ile diğer Türk kabilelerindendir.ABD’de yapılan yeni kazılarda ortaya çıkartılan yeni taş yazıtlar, Kızılderililerin Türk olduğu iddialarını doğrulamıştır.

Arizona’da Çeroki yerlileri ile ilgili yürütülen kazılarda ortaya çıkartılan yeni taş yazıtlar, Kızılderililerin Türk olduğunu iddiadan çok ispata dönüştürmüştür.

Ayrıca Kayalık alandaki yerleşim bölgelerinde ortaya çıkartılan taş yazıtlarda, Kızılderililerin kutsal olarak adlandırdığı şeylerden şöyle bahsediliyor:

Yazıta göre, yerli dilinde “movia” olarak adlandırılan “at”, “poawi” olarak adlandırılan “avrat” ve “çewa” olarak adlandırılan “silah”, Kızılderililer’in sahip olması gereken en kutsal eşyalar olarak adlandırılıyor ve bu üç eşyaya sahip olan Kızılderililer, kabilenin en onurlu savaşçısı sayılıyor.

Kızılderili Şamanizm’inde de bu nesneler, “Poawi Haei” (kutsal üçlü) olarak adlandırılıyor. Tıpkı bizdeki at,avrat,silah kutsiyeti gibi…

 

Bazı kelimelerin ise Türkçe ile ne kadar benzerlik gösterip göstermediğine ise  siz karar verin:

uka - tükürmek /* paku - bak / * khapao - kaba /* ipa - abla /* ku - koy /* kaşa - kış /* kuli - kül* kalı – kalın )

Devam edelim Conilere…

 Vietnam'da katlettikleri 1 milyondan fazla insanı da yine film sosuyla pazarladılar dünyaya... Yenildikleri, rezil oldukları ve  binlerce leşini  bırakarak ayrıldıkları Vietnam topraklarını sonradan beyaz perde üzerinden Rambo tiplemesiyle bir zafer edasıyla anlattılar.

Böylece hem Rambo efsanesini yarattılar hem de algıya oynayarak kendi kamuoylarına sonra da tüm dünyaya bunu ticari olarak da pazarladılar.  

Onun için Holoywood CIA güdümünde çok büyük bir silahtır, projedir, narkozdur...

Tıpkı bir dönem bizdeki Yeşilçam'ın bazı filmleri gibi...

Gelelim asıl meseleye...Yani Teşkilat dizisine...

Hiç dizi izlemeyen ( Diriliş, Büyük Selçuklu, Payitaht da buna dahil) biri olarak bu filmi ilgiyle izlediğimi belirteyim. Böyle bir filme ihtiyaç olduğunu da ayrıca ekleyeyim.

Son yıllarda çoğunun içeriğini  tasvip etmesem de Türk dizilerinin tüm dünyaya yayıldığı zaten malumumuz.

Diriliş dizisinin getirdiği ses Venazuella Devlet Başkanı Maduro'ya kadar tesir etmiş olmalı ki adam gelip ülkesinin tüm altınlarını güvenli ülke diye bize emanet etti ve ABD darbesine karşı kendince bir Diriliş'e imza attı ve atıyor da...

Bu ve bu tarz filmlere ağırlık vermeliyiz. Bilhasa çizgi filmlere...Çünkü çizgi karakterler çocukların hayal dünyasında etkilidir, kültür emperyalizmin gelecek nesillere enjektesinde en önemli görseldir ayrıca ticaretiyle de önemli bir ekonomik getiridir.

Superman, Heman, Esteban gibi çizgi filmlerle bizler  büyüdük, Spiderman, Batman ile bizden sonrakiler…

Peki neden Türk çocuğunun hayal dünyasına ufuk açaçak bir Türk karakter çizemedik.

Mete, Atilla, Kürşat, Bilge Kağan, Fatih, Yavuz, M.Kemal vs vs gibi Türk tarihinin abide şahsiyetleri bir çizgi film şeklinde idealize edilemez miydi...

 Ya da Türk askeri, Türk komandosu çizgi karektere dönüştürülemez miydi?

Suriye'deki çocuğa sorulan, büyüyünce ne olacaksın, sorusuna, çocuğun verdiği, “Türk askeri olacağım”cevabı, neden kendi çocuklarımızın hafsılalarına nakşedilmez.

Neden ana okullarımızda  Batı formatı bir eğitim ve bunu pekiştiren  film, müzik, dans anlayışı hakimdir.

Bilge Kağan gibi muhteşem bir şahsiyet ve Göktürk Kitabeleri gibi eşi benzeri olmayan bir eser, niçin çizgi film formatında içeriği ile birlikte çocuklarımıza verilmez.

Bu kadar Batı züppeliği acaba bu filmlerden, bu dizilerden hatta bu şarkılardan mı mürekkep!

Yoksa Fulbright hala daha Türk Eğitim sistemine mi entegre... Gerçekten İsrail'den daha güçlü bir İsrail Türkiye’de mi var... Yoksa Türkiye Akdeniz havzasındaki ikinci İsrail mi...

Yakın döneme kadar kesinlikle evet, şimdi ise kısmen evet diyebiliriz bu sorulara cevap olarak…   

Şöyle analiz edelim:

II.Mahmut ile başlayan  vesayet sistemi Osmanlı'yı yıktıktan sonra da devam etti.

Atatürk'ün ölümünden sonra uçak ve silah fabrikaları başta olmak üzere en stratejik hamlelerin tasfiyesi, 1960 darbesi ile 8000 küsür subayın ordudan atılmasıyla NATO'cu subayların orduya entegresi, sonrasında sürekli kaos ve darbelerden mürekkep vesayet sistemi bu tezi kuvvetlendiriyor zaten…

2000’li yıllardan  beri ise milli kadrolarla iki yüz yıllık vesayet sistemi arasında derin bir savaş var. 15 Temmuz'la birlikte üstünlüğü ele geçirsek de hesaplaşmalar devam ediyor.

Tarihten birkaç örnekle somutlaştıralım bu vesayet sistemini de işkembeyi kübradan atmadığımız tescillensin:

1970’li yıllarda MİT’in başındaki isim olan Fuat Doğu Paşa emekli olduktan sonra şu ifşayı yapmıştı:

 "Ben MİT müsteşarlığı yapmadım, CIA'nın şube müdürlüğünü yaptım.”

Devrim otomobilerini 129 günde yapan heyet, bu hamlenin devamı için  dönemin Cumhurbaşkanı Celal Gürsel'den destek ister. Gürsel, malumunuz 1960 Darbesi'nin Kara Kuvvetleri Komutanı sonrasının ise bir nevi Genelkurmay Başkanı idi…

Kendisinin verdiği cevap şudur:

Bu ülke içinde öyle bir güruh var ki Türkiye'nin bu faaliyetlerine dışardakilerden daha çok karışıyorlar.

Yine başka bir Vesayetçi yani tıpkı Gürsel gibi önce Genelkurmay Başkanı sonra 1980 Darbesi ile Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren'den bir anekdot verelim:

Mamak Cezaevi'nde ağır işkence yapılıyor, şikayetleri kendisine söylenince, biz oraya karışamayız diye cevap verir.

Düşenebiliyor musunuz, her iki isim de hem darbeyi yapan Genelkurmay Başkanı hem de sonrasında ülkenin en güçlü adamı ve tabiri caizse ipten adam alan, ipe adam götüren şahsiyetler…

İşte vesayet bu… Yargı, üniversite, askeriye, eğitim, tarım vs ayağını sizler varın tahmin edin…

Erdoğan'ın 15 Temmuz sonrası yaptığı bir konuşmada,

 200 yıllık vesayetten çıkıyoruz, söylemi de bütün bunların  ayrı bir ispatıdır.

 

Peki tüm bunların Teşkilat dizisi ile ne alakası var...

Açıklayalım ve daha da uzatmadan bitirelim...

Dizinin bir önceki bölümünde, Paris'in göbeğindeki koruma ordusuyla dolu bir hastaneden Muhammet Dahlan'ı canlandıran Fadi, muhteşem bir operasyonla paketlenerek Ankara'ya getirildi. Operasyonu gerçekleştiren ekibin lojistiği, kurmay zekası gerçekten takdire şayandı...

Aynı şekilde önceki bölümlerde Almanya'da, Yunanistan'da, Suriye'de, Irak'ta benzer operasyonlara imza atıldı dizide. Gururlanarak, göğsümüz kabararak ve soluksuz izledik…

Belli ki bunların gerçek hayatta karşılığı var…

Ama bu son bu bölümde, bir başka noktaya nakliye esnasında yani Ankara'nın göbeğinde MİT'in elinden Fadi, karşı tarafa çalışan sözde bir MİT görevlisinin de  desteğiyle kaçmayı başardı.

Ve dizi tam da burada bitti.

Ve şimdi dizi de olsa akıllarda şu soru kaldı…

 Fransa'nın Almanya'nın göbeğinden terayağından kıl çeker gibi adamı paketliyorsun da içerde nasıl ve kimler üstünden bir operasyon yiyorsun?

 

Kanımca  senarist tarafından Türkiye gerçeğine yönelik bilinçli bir şekilde verilen mesajdı bu.

Sen git; Suriye'de, Irak'ta, Azarbaycan'da, Libya'da, Doğu Akdeniz'de, Kıbrıs'ta, Somali'de, Katar'da, Balkanlarda dünyaya kafa tut, gel içerde soğandan, patatesten, dolardan, kısır tartışmalardan operasyon ye...

 

Gezi’yi ye, 17-25 Aralık’ı ye, Hendek olaylarını ye ve 15 Temmuz’u ye…

Şimdi de tüm dünyanın lider diye gördüğü bir ismi bir mafya babasına yedirmeyi ye…  

Tüm Müslüman ülkeler için söylenen:

 Erdoğan burada adaylığını koysa, açık ara birinci seçilir söylemi, Türkiye içinde bıçak sırtı bir seçimin geçeceğini gösteriyor.

Erdoğan nefreti, siyaseti şekillendiriyor.

 

Tabii ki Erdoğan’ın eleştirilecek birçok icraatı vardır, hatta demokratik bir ortamda siyaset dışı da kalabilir yani bu yönüyle vazgeçilmez de değildir.

Ama bu çok farklı bir mecra

Hiçbir ülkede muhalefet, bir siyasi parti liderine duyulan  nefret bileşenleriyle bir araya gelmez, gelemez, gelmemeli de… Muhalefet, iktidarın akort ayarı, devletin sigortasıdır.

Bir ülkenin olmazsa olmazıdır, bir sonraki seçimde iktidar adayıdır.   

Peki bizdeki muhalefet kime omuz vermiş ya da omurgasını kimler oluşturmuş…

Sadece HDP’ye bakıp bunu açıklayabiliriz. Dünyada hiçbir ülkenin meclisinde, yerli ve milli konulara muhalefet eden, ülkenin aleyhine beyanatlar veren, terör örgütüyle organik bir bağ kuran, sırtımızı onlara dayadık onlar sizi tükürüğüyle boğar diyen, Ermeni soykırımı vardır tezini savunan vs vs bir  partiye rastlayamazsınız.

Onun için diyorum ki belki de haklıydı Yalçın Küçük… İsrail’den de güçlü bir İsrail var(dı ) içerde…

 

HDP ve şürekaları ile özetlenebilir bir tablo… Bugün bu söylemlerden dolayı bize çemkiren güruh, zaman gelecek neyin ne olduğuna çok iyi anlayacak.

Çünkü bu ülkede kimse ölmeden ya da öldürülmeden kahraman olmuyor.

Muhalefetin hal ve hareketleri, ne işimiz var  Suriye’de, Libya’da söylemleri, buralara  asker gönderme tezkerelerine  vetosu, PYD bize mi saldıracak çıkışları, , biz projeyiz nevinden itirafları, HDP ile girift ilişkileri ve iktidara geldiklerinde nasıl bir yönetim sergileyeceklerinin prototipini borç batağına sürüklenen ve çivi çakılmayan İstanbul üzerinden sergilemeleri idrak yolu enfeksiyonu yaşamayanların anlayacağı argümanlar…

 Bir de iktidar partisinin içindeki kriptolar var ki asıl kuyu kazan da bunlar. Birçoğu ayrılıp gitse de hatta parti kursa da güçlü bir damar hala varlığını koruyor.

 

Yani, yine içerden operasyon tezinin bir başka  ispatı…

Bu yönüyle Teşkilat dizisi, diziden öte bir Türkiye gerçeği olarak fazlasıyla karşımıza çıkıyor.

Ezcümle… Dışarda MİT yeniği; içerde BİT yeniği…