Aslında hepimizin bir ismi vardı. Kiminin Ahmet, kiminin Mehmet, kiminin Behçet, kiminin Beyza,kiminin Fatma  ve Hicret… Ancak isimlerinin bilinmesini önemsemedi hiçbir zaman bu  neferler… Yüklendikleri kutlu davanın misyonunun,  herkesçe bilinmesi adına mücadelelerine devam ettiler daima!

Davanın bayrağını, merdivensiz olarak  elektrik tellerinin arasından asmaya kalktılar. Hafta sonu öğrenciyken,  kimisi yevmiye ile çay ve fındık toplayarak,  davaya aidat verdi. Kimisi ayakkabı boyacılığı yaparak sahip çıktı. Kimisi can verdi Metin Yüksel gibi, kimisi de 6.sınıftan tıp öğrenciliğini bıraktı baş örtüsünden dolayı!  Kısacası her çileye talip oldular… Dava erleri,  peygamberlerin yolunu sürdürmek için gece gündüz demeden çalıştı!  Köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir gezdiler!  Ev ev, kapı kapı dolaştılar.  Gittikleri her yerde, uğradıkları her mekânda aziz davanın ilke ve prensiplerini anlattılar insanlara. Kardeş oldular, kalleşlik yapmadılar koltuk için dostlarına! Kimisi bağrına bastı hak davanın  neferlerini; kimisi ise tepki gösterdi aziz davayı anlattıkları için! Ancak gösterilen tepkiler, hiçbir zaman alıkoymadı onları, yüklendikleri ilahi misyonun gereklerini yapmaktan. Çukurambar Müslümanı olmadılar hiçbir zaman! Gün geldi aç kaldılar; açıkta kaldılar! Gidebilecekleri, sığınabilecekleri bir adres bulamadılar! Dört koldan kendilerine baskı yapıldı aziz davalarından vazgeçmeleri için. Ama baskılara hep direndiler! Para ve makamı bulunca, kadınlarını değişmediler, metresler bulmadılar! 28 Şubat’ta lime lime budandılar! Asla vazgeçmediler.Üniversite kapılarında coplandılar! Allah`a kul olmayı bırakıp, kula kul olma teklifleriyle karşı karşıya kaldılar! Ama vallahi ki  asla pes etmediler. “Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseler dahi bu davadan ve bu yüce davayı insanlara anlatmaktan asla vazgeçmem” diyen sevgili önderleri gibi,  reddettiler davalarından vazgeçmeyi ve kula kul olmayı! İnsanların doğruyu bulması, hakikati anlaması adına çalışmalarına aralıksız devam ettiler! Her yerde ‘Allah’ dediler, ‘Allah’ın yüce davası’ dediler; rıza-i ilahiyi hedeflediler… Tek düşünceleri rıza-i ilahi oldu daima. 28 şubatta imanlarından yana oldular. Saldırıya uğramaktan, zindana tıkatılmaktan, sürgün edilmekten, işlerinden atılmaktan çekinmediler! Her biri, birer Musap oldu davayı anlatmak için… Gün oldu Hamza oldular, Ebu Cehillere karşı; Ali oldular, tüm zalimlere karşı…

Sevgiyle yoğrulan gençliklerini, davaya adadılar; zamanlarını harcadılar. Davanın anlaşılması ve yaşanılması için daima üretken oldular. Azimle, ısrarla; çalıştılar, çabaladılar, gayret gösterdiler… Mazereti, bahaneyi hayatlarından çıkardılar. “Bahanenin var olduğu yerde,  başarı yok olmaya mahkûmdur” gerçeğini,  hayatlarında şiar edinerek kutlu yolculuklarına devam ettiler. Maruz kaldıkları musibetlere karşı sabrı kuşandılar; Eyyüp oldular! Zindanlarda Yusuf oldular; zindanı medreseye çevirdiler. Kahramanlıkta Ali oldular, Hamza oldular;  Hatice ve  Ayşe  anamız oldular. Zalimlere boyun eğmediler, selfici vekil olmadılar.

 

Çalışmalarından, fedakârlıklarından, samimiyet ve özverili uğraşlarından rahatsız olan zındıklar ve müslüman görünümlü mahlûklar önlerine engel koydular! Çalışmalarını sekteye uğratmak istediler. Halkın gösterdiği teveccühü kırmak istediler. Yalanlara, iftiralara, komplo ve kumpaslara maruz kaldılar! Aşılması zor gözüküyor olsa bile, tüm zorlukları Allah’ın izni ve yardımıyla aştılar. Komplo ve kumpasları boşa çıkarttılar; yalan ve iftiraları çürüttüler! Partiyi faiz lobilerinden ve oyun masalarından yönetmediler! İnsanlara daha rahat ulaşmak ve Allah’ın yüce davasını anlatmak için çağın şartlarına ayak uydurmaları gerektiğini düşünerek, bir çatı altında toplanma kararı aldılar. Faaliyetlerine bu çatı altında devam ettiler. Çok kısa bir sürede çok büyük işler başardılar. Milyona yakın insanın iştirak ettiği etkinliklere ev sahipliği yaptılar. Etkinliklerde, sevgili peygamberimizi anlattılar; mücadelesini, vasıflarını, âlemlere rahmet oluşunu anlattılar… Eylem insanı oldular. Söylem ve eylemleriyle topluma örnek oldular; topluma yön veren oldular. Toplumdaki ahlaki yozlaşmanın önüne geçebilmek adına çalışmalar yaptılar; seminerler verdiler; toplantılar gerçekleştirdiler. Halkı bilinçlendirdiler. Hakkın ve hakikatin, adaletin ve hürriyetin doğru anlaşılması adına her daim mücadele ettiler; bedel ödemekten çekinmediler. Her  daim samimi oldular. 28 şubat karanlık günlerde;  huzur avcısı karanlık mihraklar, İslam`ı anlatmalarından rahatsızlık duymuş olacaklar ki, bu hayırlı çalışmalara engel olmaya çalıştılar!Yalan ve iftiralar attılar; komplo ve kumpaslar kurdular, baskı ve dayatmaya; cebir ve şiddete başvurdular! Ama onlar,  dava adamı oldular.Tavacı olmadılar! Dava neferleri,  daima bu davanın çok büyük bir dava olduğu mülahazasıyla çalıştılar! Evde, okulda, işyerinde, sosyal medya ortamında,  hâsılı imkânlar elverdiği müddetçe her yerde, hak davanın sözcülüğünü yaptılar. “Ben yoksam dava olmaz” demediler. Sorunlara karşı hiçbir zaman mazeret öne sürmediler; marifet üretme yolunu seçtiler. Toplumu, cehaletin esaretinden kurtarmaya ve yaşamı manidar kılmaya çalıştılar. Ve insanlara iki dünya mutluluğunu vadeden bir “siyaset”in nasıl olması gerektiğini (yaptıkları ve yapacaklarıyla)  öğrettiler. Ne mutlu yaptıklarıyla toplumu eğiten ve topluma örnek ve öncü olan hak davanın neferlerine. Selam olsun onlara…

 Peki  ya şimdi!

Hani o büyük dava ? Neyle sattık onu?

 Şimdi, dünyevi çıkar ve koltuk uğruna girmediğimiz hal kalmadı! Kadınımızı kaybettik, çocuklarımızı kendi elimizle ateşe attık! Helal ve haramla özdeşleştik! Her şeyi  çıkar uğruna mubah gördük! Sanki bütün mücadelemiz ve kavgamız bunlar içinmiş gibi bir hale dönüşüverdik!  Şan ve şöhret;  para ve makam akıllarını aldı şimdikilerin! Her türlü rezilliğe bulaştılar. Metreslerle yaşadılar. Devleti soydular.Her şeyi mubah gördüler.  Liyakati ayaklar altına aldılar. Bugünküler, kutlu davadan bugünkü anlayışa dönüverdiler!  

Ve kaybettik. Bir daha kaybetmemek üzere,  ve asla geriye dönmemek üzere,  silkinmeliyiz. Kendimize gelmeliyiz. Dava neferlerine sahip çıkmalıyız. Liyakati ayağa kaldırmak zorundayız.