200 kişilik MİT ekibi, MOSSAD’ın Türkiye’de üçer kişilik hücre sistemine göre faaliyet gösteren 15 kişilik ekibini çökertti,

İçerikli bir haber vardı bugün…

Teşkilat dizisiyle bilhassa gençlerin milliyetçi duygularını kabartan MİT, özellikle 2010’dan itibaren  yani Hakan Fidan’la beraber MİT olmaya başladı.

Gelin bu sürecin derinlerine inelim…Analiz yazısı olacağı için sabrederek okuyun lütfen…

Kökleri Teşkilatı Mahsusa' ya ve Yıldız Teşkilatı' na dayanan MİT...

 Osmanlı;

Teşkilatı Mahsusa ve türevleri vasıtasıyla o dönem dünyanın en köklü istihbarat ağına sahipti.

Buna rağmen koca imparatorluk dışardan değil de bilhassa içeriden çökertildi.

Sonrasında Karakol Cemiyetleri, Zabitan Grubu, Yavuz, Hamza Grubu gibi gruplarla Kuvayı Milliye ruhu şekillenmiş ve yeni devletin temellerinin atılmasında bu örgütler çok büyük önem taşımışlardı.

Yeni devletle beraber, 1926’lı yıllarda Fevzi Çakmak’ın yazılı emriyle “Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti”( MAH) diye askeri bir istihbarat örgütü kurulmuş, bu örgüt adını 6 Temmuz 1965 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı olarak güncellemişti.

NATO’ya üyeliğimizin ardından özellikle 1965’lerden 2000’li yıllara kadar MİT; CIA' in ve MOSSAD'ın alt birimi gibiydi.

Öyle ki 1966-1971 yılları arasında MİT Müsteşarlığı görevini icra eden Fuat Doğu ‘nun şu ifadesi bunun en acı örneğidir.

Ben, MİT Müsteşarlığı yapmadım, CIA’nin Şube Müdürlüğünü yaptım. Bir CIA yetkilisi gelse, beni Sinop’a götür dese, onu oraya götürmekle memurum.

Aynı Fuat Doğu, 12 Mart 1971 Muhtırasının da arka plandaki ismiydi. Kendisi; bağlı olduğu Başbakan Demirel’ e,  hükümetten çekilin diyen ya da demek zorunda bırakılan, üstelik bunu da Cumhurbaşkanından aldığı talimatla yapan derin bir zattı.

 Fuat Doğu üzerinden MİT-FETÖ ilişkisini, Ruzi Nazar- Enver Altaylı üstünden MİT- CIA bağlantılarını 60 yıllık süreçte bir okumak gerek…

Ayrıca MAH ve sonrasında MİT Müsteşarı olan olan Fuat Doğu’nun NATO’nun gizli ordularının kurulmasında  etkin rol üstlenen Nazi suçlusu General Renhard Gehlen’in de öğrencisi olduğunu söyleyelim ki ABD’nin 1960’lı yıllardan itibaren yeşil kuşak projesi ile bir yandan Fetö’yü, bir yandan da Askeriye ve MİT’i nasıl şekillendirdiğini daha iyi anlayalım.

1973’lü yıllarda Ankara Siyasal ’da okuyan ve MİT ajanı olduğu bilinen Abdullah Öcalan gerçeğini, sonrasında sağ- sol çatışmaları ile ölen binlerce Türk gencini ve gölgesindeki 1980 darbesini ve PKK ile geçen kapkara 1990’lı yılları vs. vs.…

Tüm bunları göz önünde tutarsak MİT’in ve ülkenin hali pür melalini bu açıdan düşünmek gerek…

Kısacası 2000’li yıllara kadarki bu süreç gerçekten bizim için kâbustu.

Kendi halkını fişleyen, darbeleri Başbakan' a söylemeyen, CIA tarafından finanse edilen, oralardan talimat alan MIT, bu ülkenin nerelerden gelip geçtiğinin de bir vesikasıdır adeta.

Peki, ne oldu da MİT ve MİT ile eşgüdümlü devlet o günlerden bugünlere gelebildi…

Biraz da buna ışık tutalım…

1998'de Türkiye' ye gelen Amerikan Dışişleri Bakanı yardımcısı Marc Grosman, Kürdistan diye diretip Türkiye' yi parçalama niyetini açıkça yüzümüze söylemesinin ve bizi tehdit etmesinin ardından devletin milli refleksleri harekete geçti. O zamana kadar vesayet gölgesinde Türk devletinin bekası için mücadele eden bu isimler, artık parçalanma tehdidiyle karşı karşıya olan bir devlet gerçeğini görünce bir karar aldılar.

Yani bu tehditten sonra,

250 yıllık vesayet sisteminin bitirilmesi ve tam bağımsız bir Türkiye hedefi ortaya konuldu.

Erbakan, Erdoğan, Bahçeli, Muhsin Yazıcıoğlu, Deniz Baykal vs. isimler siyasi vitrinde bu işin alemdarlığını yaptılar...

Arka planında ise belki on binlerce isimsiz kahraman vardı.

Ve bu kararın ardından ustaca bir planla Milli klikler arasında göstermelik bir kavga, çekişme varmış gibi bir senaryo sahneye kondu.

2002' den sonra dikkat ettiyseniz,

Erbakan- Erdoğan, Erdoğan- Baykal, Erdoğan- Bahçeli ( 15 Temmuz' a kadar)

Erdoğan- Soylu( Soylu Ak Parti' ye katılıncaya kadar)

Erdoğan- Numan Kurtulmuş (Kurtulmuş partiye katılıncaya kadar)

gibi birçok isim sözde bir kavganın içindeydiler.

Bahçeli'nin Erdoğan'a, Erdoğan'ın Bahçeli'ye ya da Erbakan'ın Erdoğan'a, Baykal'ın Erdoğan'a,

Erdoğan'ın ise Baykal'a bu minvalde söylemlerini arşivden çıkartabilirsiniz.

Bunların çoğunda hakaretamiz ifadeler vardır. Çünkü vitrinde işler kavga edermiş gibi yürüyecekti ve zaman kazanılacaktı ama arka planda derinden derine gidilecekti.

Diğer taraftan da Erdoğan takiye yaparak Amerika başta olmak üzere Yahudi lobilerine, Avrupa Birliğine mavi boncuklar dağıtıyordu. İçte de 1960’tan sonra başlayan süreçle iyice palazlanan ve 2000’li yıllara gelindiğinde devletin kılcal damarlarına iyice sızan Fetö ile belli bir süreç boyunca ortak hareket etme kararı alındı.

Ecevit’in Fetö’ye, Fetö’nün Ecevit’e o dönemdeki teveccühlerini düşünürseniz ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Yani Erdoğan, Fetö’yü, Fetö ile yürüyerek bitirecekti. Çünkü Fetö demek bir nevi CIA yani derin Amerika demekti.

Ne istedilerse verdik söyleminin arka planında bu vardır.

Ve Fetö liderinin 2018 yılında Alman ZDF kanalına verdiği şu mülakat da bunun ayrı bir ispatıdır.

Erdoğan, parti kurma çalışmaları için yanıma geldi. İstanbul’daki FEM dershanesinde böyle bir yerde buluştuk. Ben de görüşlerimi söyledim. Hoca ile ( Erbakan) anlaşarak bu işe kalkın dedim. Bir de askeriyeye dikkat edin diye telkinlerde bulundum. Kendisi benimle olan görüşmesinden sonra binadan ayrılırken asansörde yanında bulunan kişiye, evvela bunların hakkından gelmek lazım, dedi. Alternatife tahammülsüzlüğü ta o zamandan başlamıştı.

Yani Erdoğan oyunu kuralına göre ustaca oynuyordu daha doğrusu oynamak zorundaydı. Çünkü önünde 28 Şubat’ta boncuk boncuk terletilen ve devrilen bir Erbakan gerçeği vardı. Çok daha öncesinden bakarsak Abdülaziz, Abdülhamit, Atatürk, Menderes, Özal gibi isimlerin de Erbakan gibi nasıl tasfiye edildiğini çok iyi biliyordu Erdoğan.

İşte bütün bunları çok iyi analiz eden Türk devlet aklı, Bahçeli’yi ANA-SOL M koalisyonundan çektirerek Erdoğan’ın önünün Baykal ile açılmasını sağlıyordu.

Aksini iddia edenler Baykal'ın neden 2002'de Erdoğan'ın Siirt seçimlerinin tekrarıyla önünü açtığını

ya da sonraki süreçte bunun bedeli olarak Baykal’ın niye kaset komplosu ile tasfiye edildiğini bir sorgulasın.

Tabii ki Vesayet sistemi de o dönemde boş durmadı. Kapatma davaları, E- muhtıralar, Gezi, 17-25 Aralık, Hendek Olayları ve Finalinde 15 Temmuz…

Ana muhalefet partisi başta olmak üzere diğer muhalif partiler içten ele geçirildi, Baykal gibi Devlet Bahçeli de tasfiye edilmeye çalışıldı, hatta 7 Haziran koalisyon süreciyle Erdoğan da tasfiye edilmek istendi.

Erdoğan’ı deviremeyen ama Ana Muhalefeti ele geçiren gladyocu zihniyet,  MHP’de istediği sonucu alamayınca proje partilerini sahaya sürdü.

Kurdurulan yeni partiler, terör partisi ile omuz omuza yürüyerek hareket ettirildi.

Ve nihayetinde bir önceki yerel seçimlerde de sonuçları da alındı.

Şimdi de Erdoğan'la yol arkadaşlığı yapanlar, onun karşısına rakip olarak çıkarıldı.

Aslında o isimler en başından beri iktidarın içinde, Erdoğan'ın bizzat yakınında ve dava arkadaşı sosuyla vesayet sisteminin dolayısıyla gladyonun ya da  Kraliçenin neferleriydi.

Vesayet odaklarını ayrı ayrı yazdım çünkü bu ülkede İngiliz ekolü, Alman ekolü ve 1950’den sonra da Amerikan ekolünün riyasetinde hizmet eden siyasetçiler, bu ekollerin içteki köşe kapma sürecinin tetikçileridir.

Ki üstelik bunlar Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık yapmış isimlerdir...

Devam edelim…

Vitrinde Erdoğan yürüyordu ama arkasında Bahçeli’nin de alemdarlığını yaptığı Türk devlet aklı vardı.

2005' te başlayan Milli Savunma hamlelerini, Hakan Fidan' la başlayan yeni MİT yapılanmasını, 15 Temmuz sürecini, sonrasında yeni devlet şekillenmesini yani Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni bu bileşenlerle bir düşünün.

Devlet her alanda yeni bir yapılanmaya gitti. İmar edilen binalar da bunun farklı bir izdüşümüydü.

MİT' in KALE’si aslında Teşkilatı Mahsusa’nın mana kökleriydi. 

Temeli Mete Han' a dayanan 2000 yıllık Türk ordusunun yeni karargâhı olan AYYILDIZ’ı da tüm bunlarla bir okuyun.

Yani

20.yüzyıla CIA ve Pentagon ile damga vuran ve 21.yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren çöküşe geçen Amerika fotoğrafı ile

Amerika'dan sonra dünyada en çok askeri üsse sahip yeni Türkiye gerçeğini

KALE ve AYYILDIZ üzerinden bir okuyun...

Şu an Afrika’yı karış karış gezen Erdoğan gerçeğini de coğrafyanın tümüyle bir değerlendirin…

Libya, Karadağ,Sudan, Somali, Suriye başta olmak üzere her yerde karşımıza çıkan, içerde PKK'yı Fetö'yü ve mafya babalarını; dışarda PYD' yi finanse eden ve  adeta İsrail'in bir uydusu gibi davranan Birleşik Arap Emirlikleri'nin Dahlan nezdinde biat edişini

ve zamanı gelince sırada biat için bekleyecek Esed, Sisi, Selman gibi isimleri de tüm bu fotoğrafla bir okuyun...

Soğan, patates, Bim poşeti üzerinden olaylara bakarsanız

Ya

Her Şey Çok Güzel Olacak sloganlarıyla bozulan otobüsleri itiklersiniz ya da Akıncı TİHA' nın endam edildiği gün, başka bir yerde heykel inşa edip vals dansı yaparsınız.

Veya İzmir’in Yunan işgalinden kurtulduğu günü, Yunan bayraklarını çağrıştıran giysilerle Yunan dansı icra ederek kutlarsınız.

Onlara lafım çok da bu satırlarda yok ama bari siz uyanın artık…Evet ekonomik sıkıntılar yok değil ama bu gerçekler de görülmeyecek gibi değil…  

Erdoğan’ın :

"Batı'nın üstünlüğü anlayışının sonuna geldik. Yeni bir uluslarası sistem oluşuyor. Batı hegemonyası bitmiştir."

Söylemini;

Putin'in danışmanı Prof. Dr. Dugin' in :

 “Erdoğan ve Putin, Soçi'deki zirvede yeni bir dünya için yol haritası çizdiler. Bazı konuşmalar sır kalacak, Türkiye ve Rusya artık yeni bir yola girdi. Bundan sonra Rusya ve Türkiye bir daha karşı karşıya gelmeyecek”

açıklamaları ile bir okuyun...

Afrika gezisinde dünya 5’ten büyüktür söylemini yenileyen Erdoğan’a, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş üyesinden biri  olan Rusya ve  Rusya adına  Dışişleri Bakanı Lavron’un Erdoğan haklı ve doğru söylüyor, ifadesini tüm bu yazının ruhuyla bir okuyun…

Yeni bir dünya düzeni kurulur Türkiye de orada yerini alır, demişti İnönü...

Artık  yeni bir dünyayı kurup yerimizi alıyoruz...

Ezcümle... Bozkurt; AYYILDIZ, KALE' sinden çıkıyor.