Çok ama çok zor günlerden geçiyoruz hem ülke hem de dünya olarak…

Birileri “iki dünya savaşı” ile şekillendirdiği eski dünya düzenini bırakmak istemiyor, diğer taraftan da  yeni dünya düzenini Covid tiyatrosuyla kuracak anlayış, Çin üzerinden yükselmeye çalışıyor.

Konveksiyonel bir savaştan ziyade belki ondan çok daha etkili olan yapay bir virüs ile dünya tarihinin en büyük ekonomik buhranı yaşanıyor.

Amerika’da 30 yılın en yüksek enflasyonu rakamlara yansırken Avrupa’da durum çok daha vahim…

Çip krizi(!) otomotiv ve diğer sanayi kollarını; küresel ısınma ve kuraklık, gıda zincirini; oluş(turul)an kaosla birlikte kırılan tedarik zinciri gıda ve emtia fiyatlarını, tüm bu handikap ise enerji piyasasını tarumar etti. 

Şu an art arda şoklar yaşandığı için sürecin bile sağlıklı analizi yapılamıyor. Ama ortada büyük ama çok büyük bir oyun döndüğü kesin.

Akıllara zarar fiyat artışları… Her gün değişen fiyat etiketleri vs. vs.

Büyük bir savaş esnasında olacak her şey, savaş olmadan çok daha sarsıcı biçimde yaşanıyor.

Fransız İhtilali ile başlayan süreçle imparatorlukları yıkıp ulus devletleri kurduran Şeytani akıl, 21. yy.da da covid tiyatrosu üzerinden ulus devletleri kökünden silkeliyor.

Gelelim bize…

Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz

Biz neşâtın da gamın da rûzgârın görmüşüz

diyor Şair Nâbî..

Yani dünya bahçesinin baharını da gördük güzünü de; üzerimizden neşe rüzgârları da geçmiştir gam fırtınaları da...

Bu şiir misali...

Biz milletçe neler yaşadık, ne badireler, ne ekonomik krizler, ne travmalar, ne yokluklar, ne acılar ne felaketler gördük.…

Bunları son neslimize çok şükür göstermedik ama bir türlü gördüremedik…

Onun için şu sözü bir kez daha zikredeyim…

Bu ülkede zorunlu din dersi değil, zorunlu dün dersi olmalı…

Bittik, battık, batıyoruzcular da bu dersi öncelikli almalı… 

Geçmişini analiz etmeyen ve okuyup tüm süreci irdelemeyen; “paranın, dinin tarihini”; ezoterik örgütlerin planlarını bilmeyen ve kendi kültürel kodlarına ve tarihi referanslarına vakıf olmayan  vs. vs… diplomalı cahillere ne anlatılabilir ki… 

24 milyon km kareden; 780 bine...

3 kıtadan, üç minicik denizin kenarına...              

7 cephede savaş, milyonlarca insan kaybı ve Balkanlar başta olmak üzere çoğu yerde uğradığımız soykırımlar, devletin içten nasıl ele geçirilip sonra çöküşe sürüklendirildiğini, yetişmiş insan kaybı ve neticede de dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük Devletlerinden birini nasıl kaybettiğimizi bile bilmekten / bilebilmekten yoksunuz.

Osmanlı'nın çöküşü bir İmparatorluğun yıkılışı değil bir medeniyetin çöküşüydü.

Tarih bilir

el de bilir

ama biz

elde bir şey olmayınca bilmeyiz...

Zira  hiçbir devletin eğitim müfredatında iki farklı tarih şuuru verilmez...

Genel Türk Tarihi dersinde ecdadını öven ama inkılap tarihi dersinde aynı atasını yeren ve hatta ecdadına hain diyen bir anlayış başka hiçbir devlette yoktur.

Çünkü Kripto Ermeni tarihçiler yazmamıştır başka milletlerin tarihini…

4' ü Amerikalı ( CIA ajanı) 4' ü Türk (!)8 kişiden oluşan Fulbright Eğitim komisyonunu ve bu eğitim komisyonunda alınan kararlarda  eşitlik olması  halinde Amerikan büyükelçisinin oy hakkını sahip olduğunu  kimse bilmez...

Ondandır ki bizim için gurur vesilesi ama İngiliz için en ağır ve İngiliz tarihinin en utanç verici yenilgilerinden olan Kut’ül Amare bile kitaplarımızda yer almaz.

Bizde sorgulayıcı ve analize dayanan bir tarih anlayışı yerine ezberletilen ve sansürlenen bir tarih öğretisi vardır.

Ermeni' nin ayağı taşa değse soykırım olur, Türk katledilir, torunları ise celladına âşık ettirilir.

  30 Ağustos Zafer Bayramı üzerinden farklı bir bakış açısıyla ne demek istediğimi müsaadenizle izah edeyim… 

18 yaşına girmiş gençlerimizle sohbet esnasında onlara önce 30 Ağustos’u, sonra da 29 Ağustos’u bu tarihler sizde ne çağrıştırıyor diyerek sordum…

30 Ağustos’ a Zafer Bayramı diyenden öte başka bir şey diyen çıkmadı.

Kime karşı bir zafer dedim, neyin zaferini kutluyoruz diye sorular sordum, net bir cevap alamadım maalesef…

29 Ağustos’u sormaya gerek bile kalmadı…

Ne acı ne yıkıcı bir hadise oysaki…

Gidin bu soruları bir de Yunan bir gence sorun…

Küçük Asya Felaketi deyin, bakın size kin dolu gözlerle neler neler diyecektir. Ya da Mora İsyanı deyin bakın nasıl da gururlanacaktır.

400 yıl bir Vali ile yönettiğimiz Yunan' ın

İngiliz kışkırtması ve Megola İdea gazıyla üstümüze salınışının ve

yerlerde çok süründün, ayağa kalk Sakarya ile başlayan süreçle telef edilişinin 99. Yılı geride kaldı, çocuklar dedim…

Sevr' den bakarsak bir destan,

Ama Mohaç' tan bakarsak hazin bir tablo diye de ekledim…

Sonra sıra bir gün öncesine geldi.

29 Ağustos 1526 Mohaç... Dünya tarihinin en kısa süren Meydan Savaşı...

Kanuni' ye Muhteşem sıfatını veren ve Avrupa' yı dize getiren zafer...

30 Ağustos 1922... Kanuni' nin Macaristan üzerine giderken belki de geçtiği Mora eyaleti ve Mora' nın küçük bir yerinde yer alan bugünün Yunan’ının Anadolu’dan süpürülüşünün ve akabinde İzmir’den denize dökülüşünün yılı yani Zafer Bayramı…

29 Ağustos 1526' daki Kızıl Elma; Avusturya ve tüm Avrupa...

Yani 30 milyon km kare...

30 Ağustos 1922' deki Kızıl Elma, işgal altındaki Anadolu… Yani 700 bin km kare...

Nereden nereye…

Bir tarafta; tüm Avrupa' nın karşımıza dikildiği ama sadece iki saat direnebildiği Mohaç,

diğer tarafta; Avrupa' nın şımarık çocuğu sıfatıyla ve 400 yıl bize tabi bir devletçik olan Yunanlılarla 22 gün 22 gece süren ve dünyanın en uzun meydan savaşı diye bilinen Sakarya…

30 Ağustos, 29 Ağustos… Yani bir nevi dün ve bugün...

Dünün, tarihte bir benzeri yok... Ama bugünden bakılırsa bugünkü kadar da bir değeri yok...

İşte bütün bunları bilmeyenlere;  ekonomik Kurtuluş Savaşı’nı, Covid’le başlayan mizansen sürecini, dünyaya nasıl bir format atıldığını, Turan Birliği nin ardından kur üzerinden Türkiye’ye yapılan saldırıları vs vs… anlatamazsın.

“Gün olur asra bedel olur, gün olur asırlarca süren bir bedel olur” un olurunu bile idrak ettiremezsin, idrak yolu enfeksiyonuna duçar olanlara… 

Ezcümle... Okumasını bilirsen; tarihte; bir günde sadece asırlar değil kızıl elmalar da değişir...