Bundan birkaç hafta önce sosyal medyada şöyle bir habere rastladık:

Viyana Belediyesinin şehir hatlarında çalışan dört Türk otobüs şoförünün işlerine

 "Bozkurt" işareti yaparken kaydedilmiş görüntüleri nedeniyle son verildi.

Görüntülerde yer alan ancak Bozkurt işareti yapmayan diğer şoförlere ilişkin de soruşturmanın sürdüğü ifade edildi.

 

Bu haber üzerinden yazımızı inşa edelim…

 

 

Demokrasi, insan hakları, çağdaş medeniyet, uygar medeniyet vs. vs. hepsinin tek bir kavramda toplandığı BATI.

Zihin kodlarımıza en az 200 yıldır bu işlendi ve biz hem devlet hem de toplum nezdinde her şeyimizi buna göre dizayn ettik...

Tanzimat ile başlayan ve günümüze kadar gelen süreçte hep bu ikilik üzerine çatışmalar yaşadık.

Doğu- Batı çatışması…

 

İlk romanlarımızdan şimdiki Türk dizilerine, modadan günümüz düğünlerine kadar…

Her şeyde hep iyi olan Batı idi, yerilen ise Doğu…

Kendimizi överken Batılıydık, yererken de Doğulu…

Devrim otomobilini üstelik hiçbir prototip örneği olmadan sadece 129 gün gibi çok çok kısa bir zamanda yapan Çılgın Türklere, dönemin Cumhurbaşkanının deyimiyle, Batı kafasıyla araba yaptınız, Şark kafasıyla içine benzin koymadınız, söylemiyle hakaret eden de kendimizdik.

Ne Batılı gibi olabildik ne de Doğulu.

Aslında biz rahmetli Uğur Mumcu’nun tam da dediği gibiydik:

“(Türk) İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza mahkemeleri usulü yasasınca yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.”

 

Batı ise aslında Akif’in dediği gibiydi:

 

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...

Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.

 

Fakat biz onlara benzemeye ve hayranlık duymaya çalıştığımız için bu acı gerçeği en erken I. Dünya Savaşı’nda gördük.

Sonraki süreçlerde ise bilhassa dil, kültür, eğitim, sanat, edebiyat ve yaşam gibi alanlarda tamamen müstemleke bir anlayışla hareket ettiğimiz için iyice celladımıza âşık olduk.

 

Bugün dahi eğitimde dilimize bir Finlandiya modeli doladık ama en çok intihar vakalarının, cinsi sapık ilişkilerin olduğu ülkelerin başında Finlandiya'nın geldiğini nedense dillendirmedik.

Batılı gibi olmak, Batılı gibi yaşamak Batılı gibi düşünmek, referansımızdı çünkü...

Stockholm sendromu teşhisimizdi çünkü… İşin tuhafı biz bu teşhisi de hastalığı da kabul etmedik.

 

Aşağılık kompleksi ile iki asrı heba ettik... Onlar gibi davrandık, onlar gibi giyindik, onlar gibi düğün yaptık, onlar gibi yılbaşı kutladık, onlardan yasa aldık...

Kısacası onlar ne yaptıysa aynısını hatta daha fazlasını yaptık...

Onlar ise bize karşı hiç değişmedi...
Kendilerince tutarlı ve dürüst davrandılar.
Yani bize karşı her zaman bir nefretin içindeydiler.

Orhan Pamuk gibi “Türk’ten ve Türklükten ve dolayısıyla İslamiyet’ten” kendini tecrit etmiş adamları makbul gördüler ve kabul ettiler...

Aksi davranan hiç kimseyi kendi içlerine almadılar, hep ötekileştirdiler.

 

Mesut Özil gibi Alman Milli takımının formasını da giysen, Türklük şuurun ve bilincin varsa sen neticede bu formayı kirleten bir Türk oldun onlar için.

 

Yine sosyal medyaya düşen bir başka haberde aynı tutumu Fransa’da da gördük:


40 yıl Fransa'da yaşayıp Fransız vatandaşlığına müracaat eden bir vatandaşımıza,

 sosyal medya hesabı inceledikten sonra Türklük şuuruna haiz biri olduğu gerekçesiyle “Sen, Fransız vatandaşı olamazsın.” diye vatandaşlık verilmemesinin ardındaki gerçek de budur.

 

Hani özel hayatın gizliliği, hani ihtilalin başkenti, insan haklarının, özgürlüğün eşitliğin dünyaya yayıldığı Fransa...

 

Geçiniz efendim, hepsi hikâye...


Türk demek, Müslüman demektir,  onlar için...

Onlar, Cem Özdemir gibi hem Türklüğe hakaret edecek hem de Alman ruhu taşıyacak vekilleri ancak seçtirirler.

Ya da Mehmetçiğin kanının aktığı Kıbrıs’ta Mustafa Akıncı gibi isimleri ancak makbul görürler.

 

Dikkat ederseniz bu ve bu gibi isimler Türklükten nasibini alamamış meczup yönetici ve vekillerdir, kendilerine değer verilmesindeki ana kıstas de emin olun budur…

Onlar ve onlar gibiler her şeyden önce kimliklerini reddeden zavallı tiplerdir.

Türk Dünyasının büyük Dava Adamı Ebulfez Elçibey’in:

Türk değilim diyene karşı sakın ısrar etmeyin. Allah’ın bahşettiği (bağışladığı) şerefi istemeyen şerefsize biz zorla şeref verecek değiliz ya! Tanımlamasının ancak öznesi olabilirler.

Yeri gelmişken şunu açıklayalım. Buradaki Türklük tanımı, bir ırktan ziyade,  bir karakterin, bir şuurun, bir duruşun adıdır.

Bu duruşun referans isimlerinden biri de Seyyid Ahmet Arvasi’dir. Türk - İslam ülküsü diye adlandırılan bu doktrin aslında Türklüğün ne olduğunu da ortaya koyan ilkelerdir. Kendisi İslamiyet’in kıyamete kadar baki, eksiksiz bir ilahi nizam olduğunu her vesileyle belirtir ve şöyle devam eder:

 Türk milleti, asırlardan beri, İslamiyet’i, hem bir “din” hem de bir “ideoloji” olarak benimsemiş, kültür ve medeniyetini, bu ruh ve iman ile yoğurmuştur. Türk, “İslâm”la, İslâm da “Türk”le güçlenmiştir. Türk milliyetçiliği, İslâm’ın imân ve şuuru içinde yücelmeyi gaye edinen ve Türk’ün mutluluğunu burada arayan bir harekettir.

Millet sevgisinin romantizmi içtimai bir vakıadır. "Vatan sevgisi imandandır" ve "Kişi kavmini sevmekle kınanamaz" hadis-i şerifleri Arvasi’nin de bizim de milliyetçilik anlayışımızın temelini oluşturur.

 

Bilge Kral Aliya’nın halkına hitaben: Türk mezara girse dahi, gömülmediği müddetçe umudunuzu ondan kesmeyin dediği umut da anlayış da budur. 

 

 Maalesef Osmanlı’da da Türklük şuuru hor görülmüş, hakarete uğramış ve bu anlayış dışlanmıştır.

İmparatorluğun bilhassa son dönemlerinde ‘Etrak-i bî-idrak’” tanımı Türk kavramına olan bakış açısının bir izdüşümüdür.

 Ve nedense Enderun başta olmak üzere çoğu yerden Türk ve Türklük tasfiye edilmiş, Devşirme modeli bir yönetici tabaka ile devlet yönetilmiş, devletin kuruluşundaki kodlar Fatih’ten itibaren terk edilmiştir.

Ve neticede yıkıma giden sürecin başlangıcı da bu anlayış üzerine şekillenmiştir. Çünkü Kuzey İslam’ı diye adlandırılan anlayış ve Ar vasi terminolojisinin ilkelerini referans alan Buhara- İstanbul hattı diye bilinen akılcılığı temel alan Maturidi gelenek Kanuni döneminde Ebussuud eliyle tasfiye edilmiştir.

 

Ve dikkat ettiyseniz Batının tamamen yükselişe geçişi de Osmanlı’nın çöküşüyle başlamıştır.

 

Batı’nın zihnindeki Osmanlı da Selçuklu da Hun Devleti algısı da aynıdır.


Çünkü hepsinin zihin kodlarında,
Avrupa'yı kasıp kavuran Atilla kâbusu,
Viyana kapılarına kadar giden Osmanlı korkusu vardır.

 

Mamma li Turchi ... (Anneciğim Türkler geliyor) söylemleri bilinçaltlarında yatmaktadır.

 

 

Adamlar bu minvalde hep aynıydı ama bizimkilerin iki asrı yalakalıkla geçti... Geçmeye de devam ediyor...

Hem ahlak hem nüfus hem yenidünya düzeni olarak Batı artık çöküyor...

Ezcümle... Ama bize hala BATIyor...