Yener Yanık yazdı...

Postmodern teknikle sondan başlayalım. İçinde metinler arasılık da var, bilinçsizlerin sebebiyet verdiği bilinç akışı da. Pastiş, parodi, ironi de hak getire…

Sadece yazdığımız teknik post modern. Yoksa postumuz sağlam değil. Başımız ağrıyacak olsa da Allah’tan başka kimseden korkumuz yok.

Gelelim bir vesileden meseleye…

Tuz kokmuş, güç zehirlenmesi almış başını gitmiş, herkesin bir adamı, adamı; adamlıktan çıkarmış. Fetö’nün boşalttığı alan, tabiat boşluk kaldırmaz anlayışıyla fazlasıyla dolmuş, Fetö’den daha tehlikeli kanserli anlayışlar metastaz yapmış. Spordan siyasete; tekkeden ticarete bir dönüş zuhur etmiş.

Mücahitlikten müteahhitliğe sloganı misali…

Slogan dedik ya… Sloganlar da aynı dilin mezesi olmuş.

 Rabbime hamd olsun, Rabbim yolumuzu açık etsin, Rabbim yeni görevinde başkanımı başarılı kılsın…

Sözler, görseller….

Başkanımla, müdürümle… Fotoğraflarıyla süslü sosyal medya…

Cuma’yı Başkan’ımla eda ettik, Rabbim kabul eylesin…

Rabbim başkanıma, Rabbim müdürüme…

Hayırlı Ramazanla, cumalar, akşamlar…

Vs… Vs…

Bütün bunlar içinde, beynime şimşek gibi çakan o ayet:

Ey insanlar! Allah'ın vaadi gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın, çok aldatıcı (şeytan) da sizi Allah hakkında aldatmasın.

Diyorum ya post modern teknik ve de bilinç akışı işte…

Anlayan anlar deyip Peşrev kısmını bu kadarla sabit tutup gelelim yukarıda “ gelelim” deyip gelemediğim hadiseye…

Sayın Cumhurbaşkanım ile başlayan en aşağıdaki yazıyı bir yıl önce CİMER’e gönderdim. Ve bu süreçte şunu çok iyi anladım ki CİMER artık Ankara aktarmalı uçuşlar misali bir işleyişe dönmüş.

Ve ne acıdır ki bunu “şikâyet ettiğiniz” yöneticiler de öğrenmiş.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın, Bana Ömerleri bulun” sözleri kadar aforizmalara dönmüş,

siyasiLEŞMİŞ bir anlayış vücut bulmuş.

Asırlardır değişmeyen bir anlayış bu…

Tıpkı “Selam verdum rüşvet deyu almadılar” diyen Fuzuli’nin meşhur şikayetnamesi misali.

Merhum, o mektubu şöyle bitiriyordu.

Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler ve bu berat ile hacetim kılmağın reva görmezler, çaresiz mücadeleyi terk ettim ve mey'us ü mahrum guşe-i uzletime çekildim.

Ben de guşe-i üzletime değilde guşe-i sanaldan ibaret bu mecraya çekilerek bu yazıyı kaleme aldım.

Beş gün önce kendinden METİN tavırlı  ve biraz kilosu olmasına rağmen GENÇ gözüken Başkan’a whatsapp üzerinden gönderdiğim ama muhatap alınıp veya tenezzül edilip geri dönüşe layık görülmediğim aşağıdaki yazı ve görsellerle bu satıra kadar yazılanlara bir açıklık getirelim:

20.06.2022

Sayın Başkan,

Lütfen bu fotoğraflara iyi bakın..

Bir yıl önce sadece 150 bin TL evet 150 bin lira bulup çocuk parkı yap(a)mıyoruz şeklinde şahsıma söylediğiniz Aydınlıkevler Reis Sokak...

Ve bugün burada yaşanan elim kazada en az beş çocuk ölebilirdi...

Allah korusun

Bunlardan biri benim çocuğum da olabilirdi...

Çünkü oyun alanları maalesef bu sokak ...

111-90222-16

Çünkü sitenin içinde kavga gürültü gırla...

Sonrasını yazmıyorum Başkan...

CİMER'e gidip de kurumunuza aynen gelen yazıyı ekte gönderdim size...

Bu olaya istinaden bu sefer de 61 Trabzon Haberde kendi köşemde CİMER'e gönderdiğim yazıyı olduğu gibi yazacağım.

Bir şey olacak mı?

Tabii ki yine hayır… Ama bugün Allah korusun bir şey olsaydı emin olun ki çok şey olacaktı Başkan...

Yazı bundan ibaret dostlar.

Dediğim gibi Başkan bizi kâle almadı. Çünkü postumuz sağlam değildi ve biz ekâbirden değildik. Referanslarımız yoktu.

Postumuz delik, dostumuz yenlikti.

Rabbim Başkanımızın yolunu açık etsin değil de Allah zikri üzerinden Allah Allah diyorduk.

Öyle ya her şeyin bir dili var. 2 bin yıllık Türk askerinin de bir dili var. Savaşa Allah Allah nidalarıyla gider ama Mete’nin çizgisinden de taviz vermez. Ok nereye dönerse kodlamasından aldığı eğitimle, ok gibi doğru olmayı DNA’sına işlemiştir.

Suud Kralı Selman da olsan o orduya Merhaba asker, diyeceksin.

Neyse … Rabbim kabul eylesin…

Allah yürek bukanları, Süleyman’ın mührünü elinde tutanları af etsin, ıslah eylesin…

Tabaladen değil de Edabali’den gelen bir adaleti yüreklere nakşetsin.

Ezcümle… CİMERLERİ DEĞİL ÖMERLERİ ARIYORUZ ARTIK…

 NOT: CİMER’e yazdığım Ankara aktarmalı boş koltuklu yazıyı da merak edenler için buraya ekliyorum…

Sayın Cumhurbaşkanım,

Kısa bir anı ile arzu hal etmek isterim…

Yıl 1984… İhtilal döneminin çocuğu olarak Trabzon ili Şalpazarı ilçesinde ilkokul birinci sınıfta Şalpazarı Belediye Başkanını sınıfça ziyarete gittik.

Malum 80’li yıllar, yokluk yılları, korku yılları…

Tüm cesaretimi toplayıp Belediye Başkanı’ndan arkadaşlarım adına sadece bir çocuk parkı istedim. Evet, o dönem en az beş bin nüfuslu bir yerleşim yerine sadece bir çocuk parkı… Bundan daha masum daha çocukça bir istek olamazdı zaten.

Yapacağız dedi rahmetli Başkan…

Verilen cevabın politik olduğunu 7. yaşındaki bir çocuk olarak idrak edemezdim tabii ki… Ve arkadaşlarıma dönüp, heyecanlı bir şekilde,  yapılacakmış,  müjdesini de büyük bir sevinçle vermiştim ve maalesef ben büyüyüp koca adam olunca Şalpazarı bir parka ancak kavuşmuştu…

Evet, şimdi de ne trajik komik ki bu sefer de 44 yaşında üç çocuk babası olarak kendi çocuklarıma oynayacakları bir parkı Ortahisar Belediye Başkanı’ndan isteyince aklıma 37 sene önceki hadise geldi.

Durumu özetledim kendilerine, Sayın Başkanım, muhtarımızla da size ulaştık, duruma vakıfsınız, dedim, evet biliyorum dedi kendileri… Arz edeyim dedim ve devam ettim…

Bundan 7 ay önce çocukların oynayacakları bir parkın olmaması yüzünden birinci kattaki gencimizle, 7. Kattaki polis memurunun kavga ettiğini, polisin kaldırıma düşerek omzunu parçaladığını, ameliyat edildiğini, uzunca bir süre göreve gidemediğini, Allah muhafaza bu kavgada ölüm de olabileceğini, bugün de buna benzer bir kavganın eşiğinden dönüldüğünü söyledim, durumun aciliyetini ve elzemini belirttim.

Ve sağ olsun beni dinledi ama maalesef cevabı çok daha üzücüydü.

İstimlak edilen ve belediyeye devredilen bir parkın; 150 bin lira tutacak taş duvar maliyetinin belediyece karşılanmasının mümkün olmadığını söyledi kendileri.

Ve tam da en yıkıcı yeriydi bu son ifadesi.

330 bin nüfuslu koca bir şehrin merkez belediyesinin 150 bin lirasının olmaması beni 37 sene önceye götürdü.

Ne ben 7 yaşındayım ne de bu ülke ihtilalin ve yokluğun gölgesindeki Eski Türkiye desek de demek ki bazı hususlar nostaljiyi acı vererek ve hüzünlendirerek yaşatıyor.

 1984’ten 2021’e… Hani diyorsunuz ya neredeeennn nereyeee…

Beni tek üzen husus orta ölçekli bir ilçenin küçücük bir mahallesinin üç beş sitesindeki yüzden fazla çocuğa hitap edecek bir parkın yapılamamasının gerekçesini ve yapılma arzusunu ülkenin en yetkilisine ulaştırma garabeti…

Sevindiren ve umutlandıran ve cesaretlendiren kısmı da çocuklara tutkulu bir Cumhurbaşkanından isteme şevkinin vuku bulması.

Kanal İstanbul’u yapacak koca devlet, beş milyona yakın ülke dışından gelenlere 50 milyar dolar harcayacak azamette olan bir devlet, bir ayağı Somali’de diğer ayağı Katar’da olan ve Amerika’dan sonra en çok askeri üsse sahip koca bir devlet, kendi kodlarına dönüp diriliş diye şahlanan bir devlet, ambulans uçak ve helikopterleri yurt dışı dâhil yurt içinde de en ücra yerlere yollayan koca bir devlet, Covit 19 sürecinde İngiltere ve Amerika başta olmak üzere yüze yakın ülkeye yardım eden bir devlet, kendi çocuklarına 150 bin lira evet sadece 150 bin lira tutacak bir parkı mı yapamayacak…

Hem bu şevk hem bu gurur hem de yukarıda beyan ettiğim ve üzüntü duyduğum husustur yazının konusunun müsebbibi…

Saygılarımla… Yener YANIK