Dünkü Gitma Gel başlıklı yazımda Karadeniz takımlarına bir başlık açmıştım ve şöyle demiştim:

Şampiyonlukların geldiği 70'li yılların sonu 80'lerin başı ; Rize, Ordu, Giresun, Samsun, Zonguldak gibi Karadeniz takımları ligdeydi...

Belki bize de çok çelme taktılar ama neticede rakiplerimize de çelme taktılar...

(Giresun, mütevazı kadrosuna rağmen hem Beşiktaş'ı hem de Galatasaray'ı deplasmanda yenmeyi başardı. Hatta her iki maçın neticesinde önce Sergen Yalçın sonra da Fatih Terim istifa etti.)

Neticede hem komşu hem de kardeş iki takımımız var... Birisi doğumuzda, diğeri batımızda... Özellikle Rize'yle maalesef zamanında çok büyük sıkıntılar yaşadık ama son yıllarda nispeten yol aldık...

Ne olursa olsun, bu takımlar Trabzonspor için her zaman bir değerdir...

Hem futbolcu alt yapısı hem kardeş takım hem de şampiyonluk yarışında destek...

Elimizden ne geliyorsa, bu takımlara yardımcı olmak zorundayız...

Gerek oyuncu desteği gerek maddi konular...

Maalesef dün akşam hiç ummadığımız taş, baş yardı.

Çotanaklar bize çelmeyi taktı… Eski oyuncularımız, dişe diş oynadı…

Tabii ki rakip, futbolun gereklerini yerine getirecek ama bu kadar adanmışlığı, bu kadar maça inanmışlığı anlamakta ve anlamlandırmakta açıkçası zorlandım.

Sanki bir puanla Giresun kümede kaldı gibi bir düşünce hâsıl oldu bende. Hele Zeki’nin hırsı ayrı bir hırstı…

Neyse biz gelelim bize…

Rakibin ne yaptığı değil senin ne yaptığın ya da yapamadığındır konuşulması gereken asıl konu…

Hem Sivas maçı hem de bu maç, aynı anlayışla karşımıza çıkan rakipleri gördük.

Şifre çözen, rakibi çok iyi analiz eden Avcı’nın takımını; Avcı’nın silahıyla vurdular.

Defansı öne çekerek, oyunu daralttılar.

Açalım biraz…

Rakip stoperle, bizim stoper arasındaki mesafe yeri geldi 30 metreye kadar yaklaştı. Set halinde defans ve yeri gelince de bire bir markaj anlayışı kanatlarımızı da kapatınca sıkışan oyun, kör dövüşüne döndü ve rakip(ler)in işine geldi.

Becerip defansın arkasına kontra top  da atamayınca toplamda dört puandan olduk, cepten yedik…

Hatırlarsanız Sivas maçında, orta saha kilitlendiği için, defanstan aldığı topu rakip sahaya kadar sürmek zorunda kalan Hugo’nun verdiği ara pasla ancak golü bulabildik.

Çalımbay’ın bu stratejisini gördük ki Hakan Keleş de birebir uyguladı.

Nwake gibi,

takımı önde tutan, defansın en az iki oyuncusunu kendine yapıştıran, orta sahaya ve forvete hareket alanı sağlayan, birebirde çok iyi adam eksilten, adrese teslim ortalar yapabilen, gol atabilen vs vs. çok çok etkili bir ismin iki maçta da oynamayışı hem Sivas’ın hem de Giresun’un en büyük artısıydı.

Şunu çok net diyebilirim ki bu haliyle Nwake takımın %30’u…

Bu maç özelinde orta sahanın beyni olan Hamşik’in de olmayışı diğer bir zaafımızdı. Ama aynı Hamşik’i biz Sivas maçında Çalımbay’ın stratejisi yüzünden hiç kullanamadık.

Sivaslı orta saha oyuncusu  Kerem Atagün adeta Hamşik’in gölgesi gibi oynadı. Daha doğrusu onu oynatmamak için oynadı, oynatıldı. Neredeyse hiçbir maç oyundan alınmayan Hamşik, bu maç oyundan alınmak zorunda kalındı.

Hatırlarsanız Sivas maçında topla en çok buluşan oyuncu Türkmen oldu. Herkese nefes aldırmayan Sivas takımı, nedense Hüseyin’in oyunu başlatmasına müsaade etti. Hamşik bile Hüseyin kadar topla buluşamadı. Çünkü Hüseyin’in topu oyuna sokamayışı hatta rakibe asist yapışı da rakip hocalarının sinsice bir analiziydi.

Keleş de bu analizi iyi değerlendirdi.

Yeri gelmişken Türkmen’e bir başlık açalım. Gücü, sürati, fiziği var ama gerek oyun zekâsı gerekse de ayaklarının olmayışı kendisi için büyük bir handikap. Bir de hata yapacağım korkusu, taraftarın müthiş baskısı bütün bunlara eklenince ortaya maalesef böyle bir tablo çıkıyor.

Malatya maçında penaltı verilebilecek son dakika hareketi, Sivas maçında günahsız olmasına rağmen panik bir dalışla Uğurcan’ın elinden kaçan topun kendisine çarparak rakibin önüne düşüşü, İstanbul’daki Beşiktaş maçındaki dalgınlığı ve gole sebebiyet verişi,  Sivas maçında ve bu maçta defanstan merkeze doğru markajda olan oyunculara top atma hastalığı ve isabetsiz pasları, kontraya dönen toplar ve neticede yediği sarı kart ve gördüğü tepki…

Üzülmemek elde değil ama bu tabloya hocanın özellikle iç saha maçlarında dikkat etmesi lazım…

Yani bunu hocanın görmesi lazımdı. Eğer stoperde iki sol ayaklı adam oynamaz anlayışı varsa ve zorunluluk hâsıl olmuşsa Berat stopere çekilebilirdi. Ya da Denswil ve Hugo artık yeni stoperlerimizdi, mesajı maçtan önce verilmeliydi.

Neticede Türkmen’in bu saatten sonra takıma faydalı olması çok ama çok zor…

Öyle ya da böyle, her iki maçta da olmayan Nwake, bu maçta olmayan Hamşik gibi etkili isimlerin yokluğu, puan kayıplarını getirdi. Bu iki ismin yanına Djanini’yi de eklemek lazım. Çünkü topu alıp, dikine kaleye doğru çok çabuk gidişiyle rakip defansın dengesini alt üst eden bir isim Djanini…

Bunun haricinde bir başlık da Bakasetas’a açmak lazım… Sakatlığından sonra eski formundan eser yok. Dünkü maçta, son maçlara göre bir tık daha iyi olsa bile özellikle bir dakika içinde kaçırdığı iki penaltı ile iyice gerdi ve gerildi.

Maç boyunca iki üç etkili şutunda kaleci Okan’ı geçemeyişi belli ki kendisinde penaltı öncesi bir baskı oluşturdu. Sol ayaklı bir futbolcunun abanarak penaltı kullanması her zaman riskti. İlkini o şekilde tercih etti. Ki zaten tarzı da buydu. İkinciyi ise çok basit bir plaseyle kaleciye teslim etti.

Visca gibi bir isim varken en azından ikinci penaltı atışı öncesi bu durum teknik heyetçe değerlendirilebilirdi.

 İki maç özelinde belki de en büyük hayal kırıklığı Visca diyebiliriz. “Alışamadı, daha yeni “gibi bahaneler şimdilik bahanesi olsun. Ama bu iki maçta kendisine çok ihtiyacımız vardı. En azından Cornellius’a sağ taraftan ya da sol taraftan bildiğimiz Visca ortalarını yapabilirdi.

Cornellius ise tam bir tek vuruş oyuncusu. Ama bu takımda kendisinden  Tekke ya da Sörloth olmasını bekliyoruz. Orta sahaya gelip top almak, ileride takımı ve topu tutmak bu adamın maalesef yapamadığı işler. Kanatlardan veya merkezden gelen toplara, tek vuruş yapabilecek bir adamı biz, çok amaçlı spor salonu gibi düşünemeyiz.

Ayrıca yeni sol bekimiz gayet iyi diyebilirim. Polanyalı Cyzio, Szymkowiak, Adrian zaten iyi oyunculardı. Yani Polanyalılar Brozek kardeşler hariç her zaman yüzümüzü güldürmüştür.

Gelelim asıl meseleye…

Neticede birilerini yine bu devasa puan farklarına rağmen bir korku aldı.

Bu Konya takımı,  Ahmet Çalık motivasyonuyla;  2010’da  şampiyon yaptığımız Bursa’sı olur mu…

Ya da hesaba katmadığımız Başakşehir nasıl şampiyon olduysa aynı şeyleri yaşar mıyız travmaları akıllara geldi.

Haksız da değil taraftar…

Her şey başka bir şeyi çağrıştırıyor misali, son kırk yılın özeti travmalar olduğu için yani 96, 2004,2011,

2019 yıllarında kaçan şampiyonluklar bu kadar puan farkına rağmen bizi korkutmuyor değil. Bakasetas’ın kaçan penaltısı Colman’ın buradaki Fener maçında Mert Günok’a atamadığı penaltıyı ve averajla daha doğrusu şikeyle kaçan, çalınan şampiyonluğu akıllara getiriyor.

Ya da Giresun kalecisi Okan’ın kurtarışları 1996 travmasında, Hami’nin onlarca şutunu doksanın doksanından alan Rüştü’yü çağrıştırmıyor değil…

Van maçını, zikretmiyorum bile…

Yani o kadar büyük acılar ve şoklar yaşadık ki artık yoğurdu bile dondurucuya koyup sonra çıkarıp üfleyerek yememiz lazım diyecek bir şizofren ruh haline döndük.

Bir de bilhassa sosyal medya üzerinden oluşturulan rehavet, “La aşağlar gözükmeyi, sisli puslu” replikleri, televizyondaki spor yorumcularının daha şimdiden açık ara bizi şampiyon ilan etmeleri, lig bitti, formalite maçlar oynanıyor vs vs.söylemleri bizi rehavete sokarken tüm rakipleri ise bize karşı  biliyor.

Dört gün önce dişe diş top oynayan Sivas, Göztepe maçında sahada yoktu. Aynı şekilde çok zorlandığımız Malatya da öyle, muhtemelen Giresun da bir sonraki maç bu minvalde…

Bütün bunlara rağmen Kurt Hoca Avcı önderliğinde meftun olduğumuz takımımız, ; Nwake, Djanani, Kouassi gibi isimlere ilaveten, eski halini arzuladığımız Visca, Bakasetas gibi isimlerin de form tutuşlarıyla Allah’ın izniyle ipi göğüsleyecektir.

Son söz ise

 seyirciye değil taraftara…

Taraftar, sadece sabretmeli, evet sadece sabretmeli…

TARAFTAR;

Avcı’nın rakibi uyutma ve sakin oyun anlayışı ile bu zamana kadar getirdiği taktik anlayışını ve buna bağlı devasa puan farkını  iyi analiz etmeli, bilhassa iç saha maçlarında gol geciktiği için homurdanmamalı; öz evlatlarımız dediğimiz Ömür, Yusuf gibi sahada oynayabilecek isimlere hakaretamiz tavırlar göstermemeli ve geçmişin travmalarının kodlarıyla hareket etmemeli…

Birilerinin de gazına gelmemeli…

Herkes bilmeli ki; buradan  artık dönüş yok, görülüyor ki bizim; bizden başka rakibimiz yok…

Herkes aklını başına alsın…

 Allah korusun aksi bir durum; şehrin sosyolojisini, psikolojisini çökertir.

Ezcümle… Şam’a değil şampiyonluğa yürüyoruz…