Anayasa Mahkemesi üyesi Ergin Yıldırım’ın AYM kurum binasının fotoğrafını çekip altına da “Işıklar Yanıyor” şeklinde attığı tweet bir anda ülke gündemine oturdu.

 

 

Yeni jenerasyonun aşina olmadığı ve hiçbir şekilde anlamlandıramayacağı bu mesaj, okumasını bilenler için aslında bir darbe mesajı hüviyetindeydi.  

İzah edelim…

Yakın tarihin en önemli gazetecilerinden biri olan ve bizim de çocukluk yıllarımıza damga vuran Mehmet Ali Birand’ın hazırladığı 32. Gün haber programında ışık metaforunun ne anlama geldiğini beraber ele alalım ki konu daha net anlaşılsın.

 

Her kriz gecesinde Genelkurmay Başkanlığı'nın pencerelerine bakmanın bir alışkanlık haline geldiği, Genelkurmay binasının ışıklarının kapalı olması durumunda bir sorun olmadığı, ışıkların yanması durumunda ise orduda bir tedirginlik olduğu yani ordu darbeye mi hazırlanıyor sorusunun akla gelmesi gerektiği vurgulanıyordu 32.Gün’de…

 

 “Kraliçenin Gül’ü diye güzel adlandırmayla(!) anılan bir zat”ça zamanında AYM’ye atanan, kardeşi 15 Temmuz sürecinde Fetö’den ceza alan   Yıldırım da   bir yönüyle bu ışık metaforuna gönderme yaptı,

 

şeklinde yorumlandı tüm bu süreç.

 

Vesayet Sistemi’nin en güçlü ayağı  konumundaki Gladyo NATO’suna bağlı ordu ile eşgüdümlü biçimde darbeler gerçekleştiren veya partiler kapatan bir yapının kodları,  zihnimizde derin yaralar bıraktığı için bu şekilde algılanıyor bu açıklamalar.

 

 Siz, bütün bu bileşenleri Bahçeli’ni bundan yaklaşık iki üç hafta önce yaptığı “AYM yeniden düzenlenmeli.” açıklamaları ile bir okuyun.

 

Devletin Ak Saçlısı diye bilinen Devlet Bahçeli’nin -feraseti bir yana-

son çeyrek asrın Türk Siyasetine damga vuran ve bir paratoner misali ülkeyi ipten alan hamleleriyle gösterdiği devlet refleksini,

bu da nerden çıktı şimdi, denilen bir zaman diliminde yaptığı AYM çıkışının ne anlama geldiğini

şimdi daha iyi anlayın, anlamlandırın.   

 

Bu ülkede, devletin rotasının ve devlet refleksinin ne olacağının satır aralarını Bahçeli üzerinden,

 

bitti denilen ama bitmeyen ve etkisi hala süren Derin İngiltere/ Derin Amerika diye bilinen ve en az 250 yıllık bir Vesayet Sistemi’nin de hangi şeytani eylemler planladığını, içteki maşalarına hangi sufleleri verdiklerini de

seçime üç yıl kalmasına rağmen ha bire erken seçim, parlamenter sisteme dönüş gibi teraneleri çalanlardan anlayın.

 

Deprem öncesi nasıl ki karıncalar bir öncü göstergeyse, karıncalar kadar masum olmayan bu zatlar da aldıkları suflelerle ülke içindeki siyasi kaosu önce oluşturup sonra da tetikleyip bağlı oldukları Vesayet odaklarıyla senkronize bir halde hareket edip uygun bir zemin oluşturup içten çökertmenin görevini üstlenirler,

 

şeklinde yorumlayın siz bu açıklamaları.  

 

Osmanlı’nın bilhassa son yüz elli yılı bu vesayete bağlı paşalar eliyle böyle geçti, padişahlar devrildi/ öldürüldü, darbeler yapıldı ve koca imparatorluk içten çökertildi.

Aynı yapı yeni devletin sistemine de entegre edilerek yani her on yılda bir darbeye zemin oluşturan

 “siyasi-ekonomik- toplumsal kaosun/

terörist faaliyetlerin-İslam soslu yapıların”

 fay hatları tetiklenerek

Genelkurmay’ın ışıklarının yanması beklendi.

 

Fazla ışığın göz kamaştırdığı dönemlerde ise siyasetin gözüne tutulan AYM projektörleriyle ülkede demokrasiye balans ayarı (!) lokal anesteziyle yapıldı.

 

Birçok yazımızda defalarca derinlemesine analiz ettiğimiz 1960- 1971-1980-28 Şubat(1997) -27 Nisan 2007 (Post Modern) 15 Temmuz (2016) darbeleri bir yana,

 

AYM eliyle açılan kapatma davaları ve kapatılan partiler, bir döneme damga vuran DGM’ler;  

( ki buna Google’dan derlenen kupürlerle 2007’de AK Parti’ye açılan kapatma davası da dâhildir)

 

Fetö-PKK eliyle oluşturulan terörist faaliyetler

(maalesef birçoğu devletin gücü kullanılarak yapılmıştır)

 

Ve bunlara ilave olarak siyaset-medya ve ekonominin dış finansörlü baronları bu sistemin iskeletini oluşturmuştur.

 

 Yıldırım’ın böyle bir niyeti var ya da yok bilemem ama kendisinin attığı tweet, bütün bunları bir dejavu şeklinde yaşattı bize.

 

 

Zaten Yıldırım da tweetini silip bu tür durumların meşhur tornistanı olan

yanlış anlaşıldım repliğini icra edip hukukun ışığını kast etmiştim diyerek ışıkları söndürse de tepkilerden kurtulamadı.

 

 

 

Süleyman Soylu’nun Başkanlığındaki İç işleri Bakanlığı da tepkisini “ Bizde Hiç Sönmüyor.” şeklinde ortaya koydu.

 

Anayasa Mahkemesi'nin toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunundaki şehirlerarası "karayollarında toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenlenemez" hükmünü iptal etmesiyle AYM Başkanı ile Soylu arasında

başlayan siyasi polemiği, öne çıkan Fetö vurgusunu;

 

15 Temmuz darbe girişiminde Anayasa Mahkemesinin bazı üyelerinin Fetö’den dolayı tutuklanması hadisesini,

 

Bahçeli’nin AYM çıkışını,

 

yukarıda bahsettiğim Vesayet Sistemi ile

Temelleri 2000’li yıllarda atılan ve 15 Temmuz’dan sonra önü açılıp 16 Nisan 2017’deki referandumuyla vücut bulan “Tam Bağımsız ve Yeniden Büyük Türk Devleti” şiarıyla Somali’den Katar’a, Libya’dan Afrika’ya, Yunanistan’dan Azerbaycan’a kadar tüm bu coğrafyada tarihsel kodlarına dönen bir Türkiye gerçeği

arasındaki çatışmayı bir okuyun.

 

  AYM’nin Can Dündar başta olmak üzere verdiği çok tartışmalı kararlara ilaveten, son olarak İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin,

Anayasa Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu ile ilgili kararını yok sayması,

 bütün bunların bir izdüşümü olarak karşımıza çıkıyor.

 

Devlet Hiyerarşisinde Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanından sonra üçüncü sırada gelen AYM Başkanlığına karşı yerel mahkemenin bu tavrını birkaç paragraf üsteki analiz mücavirinde yorumlayın.

 

 Birçok vatandaş tarafından  dillendirilen “ Bu ülkede adalet yok” söyleminin altında aslında Vesayet Sistemi’nin sosyolojik zemindeki travması gizlidir.

 

Açık oy gizli tasnif, mottosu hem bu dediğimin bir örneği hem de yakın tarihin acı gerçekleridir.

İşte bu gerçekler,  zihnimize saplanmış oklardır.

 

Vesayet “okları”  “ampul”ü patlatmaya niyetlendi ya da niyetlenmedi.

Işık yan( dırıl) dı ya da söndü(rüldü)…

Herkesin bildiği sır; bu…

 

Ezcümle… Işıklar İçinde Uyuyun