Hep; hırslı, hırçın ve horon gibi dik oynayıp rakibi sahasına hapsetmek, boğmak…

Ama önce direkleri teğet geçip sonrasında da kahir ekseriyet hakeme takılmak, hakemce doğranmak ve en son da ters bir kontrayla sahadan boynu bükük ayrılmak…

Evet, yaklaşık kırk yıldır aynı trajediyi yaşıyoruz…

Futbol adaletsiz bir oyun derler ya… İşte bu söz, her türlü bizi anlatan bir sözdür… Tek kale oynayıp yenildiğimiz maçlar, bariz en az iki penaltımızın verilmediği, ofsayt olmayan pozisyonlarımızın ofsayt gerekçesiyle kesildiği, attığımız gollerin iptal edildiği ama tam tersi kararların aleyhimize verildiği yüzlerce maç…

Ve bunların neticesinde kaçan şampiyonluklar, kulübün kasasından çıkan milyonlarca dolar- avrolar ve hepsinden öte de yıkılan hayaller, yaşanan üzüntüler…

Hatırlamak istemediğimiz 1996 travması böyleydi. Bilhassa Van ve Fener maçı… Ki Van maçının belki de dünya futbol tarihinde başka bir örneği yoktur…

2004 -2005 Kadıköy’deki Fener maçı; 2010-2011’ deki çoğu maç ve bilhassa Eskişehir maçı…

Şikelerle, teşviklerle, hakemlerle durdurulduğumuz travma sezonlarıdır…

Veya birkaç sezon öncesini de tüm bu süreçlere dâhil edebilirsiniz…

İşte bu minvalden gelelim farklı bir bakış açısına…

İnatçı, hırslı ve sürekli rakibi boğan bir futbol karakteri oturmuştur bu şehre. Çünkü bu şehrin insanı böyledir…

Coğrafya kaderdir diyen İbni Haldun misali…

Bu coğrafyanın, bizim karakterimize izdüşümü de buydu.

Aceleciyiz, hırslıyız, inatçıyız ve her şeyden önce de aşırı sabırsızız…

 Her şeyde böyle olduğumuz gibi futbolda da böyleyiz…

Bilhassa yenilgiye hiç tahammülümüz yoktur.

Yenince” yenduk” mağlup olunca da “ yenildiler” diyen garip bir haletiruhiyemiz vardır bizim…

Doğduğumuz şehrin takımını bu derece sahiplenişimiz, sosyoloji biliminin ayrı bir tez konusudur.

 Aslında pek anlamak istemediğimiz garip bir gerçek vardır futbola dair…

İyi oynayana değil, galip gelene puan veriyorlar… Yani halk ağzıyla Hatice’ye değil neticeye bak gerçeği hâkim…

Erken sinirleniyoruz, erken gaza geliyoruz.

Dizinin dibinde doğduğumuz, fıtratına tabi balıklarını yediğimiz, içinde yüzdüğümüz Karadeniz gibiyiz biz… Hırçınız, asabiyiz, sabırsızız…

Yani psikolojik harbi hiç beceremiyoruz. 1996’da “ Ali Şen”li Fenerbahçe bu zaafımızdan yararlandı, şampiyonluğu (ç)aldı ve gitti…

İşte bütün bu süreci ve yaşananları bilen Avcı’ya kadar da biz böyleydik.

Kırk yılın röntgenini çeken ve tüm süreci çok iyi analiz eden hatta bütün bunları zahirinde değil de derununda yaşayan bu coğrafyanın çocuğu olan Avcı; Karadeniz gibi hırslı, inatçı ve asabi bir haleti ruhiyeyi değil de dipten, derinden ölü taklidi yapmayı öğretti bu şehre…

Aslında yine böyleyiz ama en azından ne yapacağımızı kavramaya başladık…

Hırslı ama sakin, asabi ama soğukkanlı, hırçın ama içten, kontrolsüz saldırarak değil, kontrollü bekleyerek, rakibi boğarak değil rakibi kabullenerek, hücum ederek değil savunarak ama sinsi bir şekilde avlayarak AVCIlığı öğretti bir yılda bu şehre…

Kartal’ı yolduğumuz şu son maç ve maçın galibiyet golü tüm bu yazdıklarımın özetidir…

Aslında karakterimiz değişmedi, stratejimiz değişti…

Ersun Yanal kâbusu ya da Kartal’ın ödediği 20 milyonluk tazminat gibi bir kâbus yaşamak korkusuyla Avcı’yı ilk başlarda istemeyen şehir, Avcı ile nihayet kendini buldu.

Başakşehir’deki çıkışıyla adından söz ettiren ama Milli Takım ve Beşiktaş maceraları hayal kırıklığı ile biten Avcı da nihayet sonunda kendini burada buldu.

Başarıya susamış iki taraf bir nevi başarı için vuslata erdi…

Avcı da bizi buldu; biz de Avcı’yı bulduk…

Özyazıcı Kasketi, kurt duruşu, babacanlığı ile bir yılda sadece rekorları kırmadı; takıma da şehre de çok şey kazandırdı Avcı…

Kontrolsüz gücün güç olmadığını, sabrın en iyi savunma olduğunu, her rakibe göre farklı bir oyun stratejisi geliştirerek, biz kendi oyunumuza bakarız algısından ziyade rakibi analiz ederek strateji geliştirillmesini sağlayan

 ve tüm bu sürece gol yenince homurdanmadan, takım istediği gibi oynamayınca öfkeyle çekirdek çıtlamadan, küfretmeden, hırslanmadan ve hata yapan  kendi öz evlatlarını yuhalamadan taraftarın da dâhil edilmesi gerektiğini taraftara da kavratan,

rakibi hataya zorlayan bir satranç ustası misali oyun strateji kurgulayan,

yeri geldi ölü taklidi yapıp bir anda sonuç alan

vs vs…  Soyadıyla hemhal bir hocadır Avcı…

Ve bu hocanın PR’ini bu derece yükselten kaliteli ve karakterli oyuncuları da yadsıyamayız… Hele ki kaptan Uğurcan… Ve futbolun son demlerine yaklaştığı halde hala en çok koşan ve tam bir profesyonel olan Hamşik…

Öyle ki ilk goldeki müthiş asisti ve son saniye golündeki usta işi pası…

Galatasaray maçında yuhalanan ve o maçtan sonra Avcı’nın terapisiyle eski Ömür’e dönen son üç maçın da gizli kahramanı olan Abdulkadir…

Ve bilhassa Uğurcan…

Hele maç 0-0’ken yaptığı kurtarış…

Yok, böyle bir kurtarış… Ayaklar 180 derece, bel ve kol 90 derece… Kol uzunluğu en az 1.5 m…

Tüm bu vücut kompozisyonu içinde bilinçli bir şeklide topu resmen şamarlıyor…

Bu çocuk sadece bu kurtarışla bile şurası çok net ki dünyanın sayılı kalecilerinden biri…

Ve en az 40 milyon avrodan aşağı bir rakama da transfer olmamalı…

İşte tüm bu bileşenleri bir araya getirerek ve geçmişte yaptığımız hataları da tekrarlamazsak diyorum ki

Ezcümle… İnşallah o sene bu sene…